Demokrasi; eksiklikleri, aksaklıkları, açmazları ve fantezileri olsa da insanlığın ağır bedeller ödeyerek geliştirdikleri siyasal, sosyal ve kültürel çoğulculuğun özgürce yaşanmasını sağlayan siyasal bir sistemdir. Çoğulculuğun, hukuk güvencesinde ve özgürce hayat bulmadığı rejimlerin “demokrasi” olarak tanımlanması doğru değildir.
Bu bağlamda mevcut siyasi partilerin “demokrasi” iddiası ne yazık ki gerçeği yansıtmamaktadır. Otoriterizmi veya “tek adam” rejimini “demokrasi” olarak siyasi dile çevirmeleri tamamıyla politik maharetlerinden kaynaklandığını belirtmeliyim.
Esas olarak Türkiye’de siyasal düzenin “demokrasi” olarak tanımlanması da sahici değildir. Bu gerçeği, dünya ülkelerinin demokrasi standartlarına göre derecelendirilmesinde çok açık biçimde görüyoruz. Sadece Avrupa liginde değil, dünya liginde de demokrasi sıralamasında Türkiye en alt sıralarda yer almaktadır. Demokrasi Endeksi'nde üçüncü dünya ülkeleri arasında dahi üst sıralara çıkamamıştır.
Türkiye’nin demokrasi geçmişi hiç de parlak değildir. Geçmişte bazı partilerin ve siyasi aktörlerin demokrasi mücadelesi; askeri darbeler, muhtıralar ve müdahaleler sonucu hep kesintiye uğramış, demokratikleşmenin önü sistematik olarak kesilmiştir. Bu sürecin baş rolünde hep Ordu (TSK) olmuştu. “Cumhuriyeti koruma ve kollama” görevini de üstlenen Ordu, müdahalelerle yasal görevini yerine getirdiğine inanıyordu.
Resmî ideoloji ve onun korumasını üstlenen TSK, demokrasi mücadelesini doğrudan devlete karşı bir muhalefet, hatta düşmanlık sayıyordu. Demokratikleşmeyi ve hukuk hakimiyetini cumhuriyet rejimi için bir tehdit ve tehlike görüyordu. Bu bağlamda askeri müdahaleyi de meşru, hatta gerekli görüyordu.
İlk defa AK Parti iktidarında, parti liderleri ve siyasi partiler baş rolde görev alarak veya görüntü vererek Ordu’nun (Türk Silahlı Kuvvetleri) aksine demokrasi adına demokratikleşmenin önü kesilmiş ve ülkenin muasırlaşması önlenmiştir. Kuvvetler ayrılığı ve parlamenter sisteme son verilmiş, Kuvvetler birliğine geçilerek iktidar-muhalefet ittifakıyla “otoriter sistem” tesis edilmiştir.
Yeni sistemin inşasına toplumsal çoğunluğun destek vermesini ise ayrı bir trajedi olarak değerlendirmek gerekir. Desteği sağlayan ana unsurun siyasi partiler, özellikle de Ana Muhalefet Partisi’nin olması, söz konusu toplumsal çoğunluğu yönlendirmeye ve yanıltmaya yetmiştir. Böylece muhalefet partilerinin desteğinde İktidar patisi ve bileşenlerinin çizdiği ve yönlendirdiği istikamette rejim, toplumsal muhalefetle karşılaşmadan otoriter düzene uygun biçimde yapılandırılmıştır.
Peki, Otoriterizme muhalefet etmeyen partilerin bugün “demokrasi” iddiasıyla iktidara karşı çıkmasının inandırıcılığı olabilir mi?
--
Sorun sadece siyasi partilerle de sınırlı değildir. Demokrasi iddiasıyla örgütlenmiş kitle kuruluşlarının neredeyse tamamı hiç tepki vermeden otoriterizme boyun eğmişlerdir. Bu durum, demokrasi iddiasındaki çarpıklığı ve ikiyüzlülüğü göstermesi bakımından çok önemlidir. Çoğulcu bir toplum olarak demokrasiyi özümsememenin veya talep etmemenin haklı mazereti olmaz. Demokrasi bilinci, kültürü ve talebi oluşmadıkça toplum da demokrasi ile yönetilmeyi hak etmez.
Çoğulcu toplumlar hukuk güvencesinde eşit, özgür ve barış içinde yaşamak için demokrasiye mecburdurlar. Demokrasiye karşı ilgisizlik, duyarsızlık ve isteksizlik tekçiliği, dayatmacılığı, zorbalığı, ayırımcılığı ve otoriterizmi güçlendirir ve tahkim eder.
Demokrasi ihtiyacına rağmen toplumsal duyarsızlık, iktidar ve muhalefetin samimiyetsizliği nedeniyle demokrasiye olan talep ve güven giderek daha çok gerilemektedir. Örnek olması bakımından sormak istiyorum: otoriter bir iktidara karşı yine otoriter bir muhalefete verilen desteği, demokrasi talebi olarak izah etmek mümkün olabilir mi?
Bu nedenle ülkemizde muhtemel bir iktidar değişikliği, otoriter düzenin değişeceği anlamına gelmiyor, “tek adam” marifetiyle devlet gücünün el değiştirmesi anlamına gelecektir.
Ne yazık ki siyasi partilerin “demokrasi” iddiasındaki samimiyetsizliği, siyasetin demokratikleşmesini engellediği kadar ülkemizi de demokrasi iddiasından uzaklaştırmıştır. Partilere egemen olan otoriter zihniyetin ve “tak adam” merkezli siyasetin demokrasi inşa etmesi mümkün değildir. Demokratik siyasetin özü kişiler değil; kurum ve kurallardır. ‘Özgürlükçü çoğulculuğu’ esas almayan hiçbir parti ve kurum demokrasi tanımı içinde yer alamaz. Tersine demokratik siyasetin ve demokratik kurumların gelişmesini önler ve otoriter siyasetin toplumsal karşılık bulmasını hızlandırır. Böylece toplumda otoriterleşme eğilimi artar. Bugün yaşananlar tam da budur.
Esas itibariyle demokrasi, toplumun zihninde ve kültüründe belirleyici bir siyasi unsur olarak yer almadıkça politikacıların, kitle örgütlerinin ve siyasi partilerin demokrasi konusunda samimi olmaları da beklenemez.
Türkiye’nin temel ve öncelikli sorunu antidemokratik siyasal sistemdir. Sistemin kölesi olmuş partilerle sorunu çözmek mümkün olmaz. Mevcut sistemi değiştirmeden demokrasi de hukuk da bağımsız yargı da tesis edilemez. Çünkü muasır bir değişim, demokratik sistemin inşasıyla mümkündür. Demokraside samimi olmayanların bu anlamda bir değişim gerçekleştirmesi mümkün değildir. Altını çizerek belirtmeliyim ki mevcut partilerle, özellikle de mevcut siyaset tarzıyla ve zihniyetiyle sistem değişikliği iddiası gerçekçi değildir. Bu nedenle iktidar veya ana muhalefet partisinin mevcut sisteme meydan okuması düşünülemez.
Meydan okuyacak yeni bir siyasete, siyaset tarzına ve “tek adam” rejimini yerle bir edecek siyasi aktörlere ihtiyaç var. Kuşkusuz lider ve liderlik çok önemlidir ancak “tek adam” modeli yıkıcı, bölücü ve ayrıştırıcı bir siyasete yol açtığını ve bir kez daha denenmesi durumunda yeni yıkımlara ve bölünmelere sebep olacağını aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu nedenle de demokrasiye ve demokratik siyasete mecbur olduğumuz kadar yeni bir siyaset inşa etmeye de mecburuz.
--
Demokrasiye hepten de yabancı sayılmayız. Coğrafyamızda halkın yönetime katılımı ve yönetimde doğrudan söz sahibi olması söz konusu olmamıştır ancak kendilerini ilgilendiren kararlarda temsilcileri aracılığıyla dahil olmuşlardır. Demokrasi ile tanımlanması mümkün olmasa da kabile geleneklerinde de benzer durum hep vardı.
Esas itibariyle modern çağın araçları ve unsurları farklı olsa da ülkemizde, özellikle de yönetim sisteminde, saltanat rejiminden dahi geride olduğumuzu iddia etmek mümkündür. En azından, saltanat rejimlerinde insanların diline, rengine, aidiyetine müdahale söz konusu değildi. Çoğulcu bir yapıyı tekleştirmek kadar fıtrata, doğaya, insanlığa aykırı bir uygulama yoktur. Ne yazık ki çok kısa zaman dilimleri dışında yüz yılı aşkın bir süredir bu uygulamaya “demokrasi” diyecek kadar hastalıklı ve çağdışı zihniyetlerle yönetiliyoruz. Farlılık gösterse de aynı zihniyet, siyasi partilerin tamamında zemin bulmakta ve çoğu zamanda hakim olmaktadır.
Çoğulculuğu yok saymak sadece demokrasiyi reddetmek değildir, toplumsal çeşitliliği, insanlık tarihini ve farklılıkları yok saymaktır. Böyle patolojik bir durumun izahı da yoktur.
1700 yıllarında Kâtip Çelebi’nin toplum değerlendirmesi günümüz ileri demokrasi tanımından hiç de uzak değildir.
"Herkes bilir ki, Âdem devrinden beri halk fırka fırkadır.
Her bir fıkranın türlü mezhep ve meşrebi vardır ki, diğer fıkralar tarafından muhalif gibi algılanır. Geneli kendi yolunu diğer yollara tercih eder ve beğenir.
Bazıları akıllıdır, bu farklılıkların anlamını düşünüp altında nice hikmetler bulur.
Kimsenin meşrep ve mezhebine saldırıda bulunmaz.
Eğer kendi dini anlayışına göre olumsuz görüyorsa, sadece kalbiyle inkâr edip geçer. Bazıları ise ahmaktır. Farklılıkların hikmetini bilmez.
Tüm halk bir mezhep ve bir meşrep olsun diye boşa hayal kurar. Mümkün değildir, boşuna zahmet çeker... Halbuki basiret ehli kişilerin yapması gereken, halkın farklı sınıflarının özelliklerine vakıf olacak şekilde araştırma yapıp ilim tahsil etmektir. "
Türkiye için “iktidar değişikliği” bir ihtiyaç haline gelmiştir ancak “tekçi” düzenin değişmesi ülkemiz için bir beka sorunu olarak zorunludur. Çoğulculuk, farklılık, çeşitlilik bizim gerçeğimizdir, yok sayarak gerçeklerden kaçamayız. Tekçilikte ve otoriter siyasette ısrar edilmesi durumunda ayrışma ve dağılmanın sonuçlarına katlanmak durumunda kalırız.
Hiçbir parti veya lider, çoğulcu yapımızdan, özgürlüklerimizden, hukukun üstünlüğünden ve demokratik sistemden daha değerli ve önemli değildir. Önemli olan çoğulcu bir sistemde barış içinde yaşayabilmektir. Böyle bir çabanın içinde olmayan bir parti veya siyasi anlayışın toplumumuza da ülkemize de bir yararı olmayacaktır. Ortak yararımız demokraside ve demokratik siyaseti inşa etmektedir.
Abdulbaki Erdoğmuş
FACEBOOK YORUMLAR