"NEDEN hep başkalarına kızıyorsun? Onları anlayışsızlıkla, zorbalıkla suçluyorsun?
Tüm kabahat onlarda mı? Gerçekten böyle mi düşünüyorsun? Bu kadar mı idrakin?
Olup biten şeylerde kendine dair bir pay yok mu? Neden bunun üzerinde düşünmeyi denemiyorsun?”
Tatlı sert bir üslûpla diyeceğini demişti.
Kırılmadım. Kırılamazdım da. Çünkü o benim aynamdı.
…
ÜZERİNDE düşündüm epeyce. Söylediklerinde en küçük bir abartı bulamadım. Noktasına, virgülüne kadar doğruydu.
Ben, bende olanı onlarda görüyor ve saldırıyordum.
Tanıdığım duygulardı yani. Karşılığı vardı bende. O sebeple içimde bir etkiye sebep oluyordu.
Bunu fark etmem, kabul etmem ve kendimle yüzleşmem ve bu algıları değiştirmem gerekiyordu.
Ya ben ne yapıyordum peki?
Bunları başkalarına yansıtıyor, onlarla savaşıyordum. İşin üzücü yanıysa kendime bir kahraman gibi muamele ediyordum.
Kutluyordum cesaretimi. Ödüllendiriyordum. Toplumsal bir görevi hakkıyla ifa etmiş olmaktan ötürü bir mutluluk bile yaşıyordum. Dost meclislerinde bu kahramanca halimden örnekler veriyor sizde böyle yapmalısınız mesajı veriyor, gelen onaylayıcı cümleleri, takdirkâr bakışları memnuniyetle kabul ediyordum.
…
KENDİME hile yapıyordum yani.
Aldanışların en korkuncuydu. Kendimi aldatıyordum. Bundan geçici de olsa haz alıyordum.
Bir nevi sarhoşluk hâliydi.
Uyuşturuyordum kendimi. Yaptığımı beğenmek ve bunu içtimai bir görev olarak bellemem arttırıyordu üstelik.
Demek ki, kendime acımıyordum. Başkalarına kıyıyordum evet, ama bu kendime de bir kıyım değil miydi? Ben kıyıcı olabilir miydim? Oysa kendimi kıyıda, tenhada yaşama hevesi içinde olan biri olarak tanımlıyordum.
Yaman yanılıyormuşum.
İyi ki; kızgınlıklarımı, öfkelerimi, dizginlenemez hallerimi, hırçınlıklarımı, kabullenemez çıkışlarımı, suçlayıcı tavrımı, etiketleme çabalarımı, herkesi yanlış kendimi doğru görme yanılgılarımı anlatmışım.
Yoksa aynadan mahrum kalacaktım.
Kendimi göremeyecektim. Bilemeyecektim. Yanılgılar kıskacında azap içinde yaşayıp gidecektim.
…
“BAŞKA yerde arama” dedi bana.
Zorba dışarıda değil ki, içinde. Kendinde. Sen içindeki zorbaya bak.
Kendi kendini kışkırtmayı bırak.
Dışarıda gördüğün her şeyin kendindeki karşılığını ara bul. Onun üzerine git.
Kahramanlıksa merakın burada ara. Kendine kahraman ol, kendinin kahramanı ol.
Fethi kendinde başlat. Kendine fatih ol. Tüm kötü duygularını esir al, ıslah et onları.
Kendini dengeye getir. Ucunu sivrilttiğin mızraklarını bırak elinden. İçindeki zorbayı ıslah etmekte onlar işe yaramaz. Muhaseben sahih olsun. Hile karıştırma. Aşırılıklardan korun. Merkeze gel. Ancak böyle başarabilirsin içindeki zorba ile sulh yapmayı. Bunu gerçekleştirmeden esenlik insanıyım deyip durma sağda solda. Öfke rüzgârları altında barış sağlanmaz. Kendini tanı, anla. Niyetini sağlam tut, gayretini güçlü. Sonra içindeki zorba ile tekrar tanış. Cümlelerini değiştir. Değiştir ki, sulh olsun.”
…
İYİ bir dersti. Dönüşümün başlangıcı oldu.
Bu dönüşüm olmasaydı, kendime de dönüşüm olmayacaktı, hep dışarıya yürüyecektim.
Bir kayıp olarak anılacaktım.