UĞUR CANBOLAT
HİÇ kendi seçimim olmadı benim.
Her şeye başkaları karar verdi.
Neler giyeceğimi kendim seçmedim, neler yiyeceğimi de…
Okuduğum okulları kendim seçmedim, onlarda bana uygun görülenlerdi.
Kiminle konuşup konuşmayacağımı, oynayacağım kişileri de ben seçmedim.
Oyuncaklarım da bana sunulanlardı.
Belki inanmazsın ama alışveriş yaptığım bakkal bile benim seçimim değildi.
Burası olacak denildi ve oldu.
Mesleğimi bile kendim seçmedim ben inan.
Gözlüğümü, saç kesim modelimi, ayakkabımın rengi konusunda yine bir tercih sunulmadı bana. Dinleyeceğim müzik konusunda da değişen bir şey olmadı.
Başkaları tercih etti, hatta emretti ben yaptım.
Bu, böyle oldu.
…
TERCİH etme yeteneğimi dumura uğrattılar.
Zamanla yanlış tercihlerde bulunurum, doğruyu bilemeyebilirim diye kabullendim.
Yanlış yapma korkusu ile bana reva görülenlere razı oldum.
Hatta istedim.
Sorumluluk almak istemedim.
Tereddütler kıskacında acılardan acı beğenmek yerine onların karar vermesini isteyerek kendime bir konfor alanı oluşturdum ve buradan hiç çıkmak istemedim.
Doğruya doğru.
Korktum.
Ürktüm.
Ve sonunda sindim.
…
GÖLGE bir kişilik oldum ben.
Her şey onların sayesinde idi yani hep onların gölgesinde gerçekleşti.
Benimse hiç gölgem olmadı.
Kendisi olmayanın gölgesi mi olur hem…
Kişiliği olmayanın nesi olabilir ki…
Kendisine efendi olamayanın efendisi çok olur.
Kullanılmaya açık olan sahipsiz kalmaz hatta bu hususta enflasyon bile olur.
…
SENİ gördüm o gün.
Gülüşün değdi gönlüme…
Düşlerimi parlattı, aydınlattı.
Tebessümün kalbimin kapaklarını araladı ve içeriye girdi.
Buzlarımı eritti.
Katılıklarımın bağını çözdü.
Bağlı olan ellerim, ayaklarım prangalardan kurtuldu.
“Sen” diyebildim sadece o an “Sen nerelerdeydin?”
Cevap vermedin.
Ardından “Ben seni neden özlüyorum?” dedim yeterince tanımıyor olmama rağmen.
Cevabın soru çeklindeydi: “Neden?”
Belli ki, dilimin bağını da çözmek istiyordun.
Çözün de…
İşte söylüyorum.
Bir tek seni seçtim ben, bir tek seni.
Sen gönlümün tercihisin.
Ve…
İyi ki gönlümün seçtiğisin.
…
HER satırını itina ile yavaş yavaş bilmem kaç milyonuncu defa okumuştu.
Yıpranmış mektubu özenle katlayıp sol göğsünün üstündeki cebine yerleştirdi, arkasını şehre dönerek dağa doğru hızlıca yürüyüp gitti.
Gözünden yanağına süzülen damlayı silmeye tenezzül etmedi.
Onu bir daha ne duyan ne gören olmadı.
Kendini kendine sırladı.
FACEBOOK YORUMLAR