BİR KİŞİLİK PORTRESİ
Dini kişilik; iman ve inanç merkezi etrafında gelişip boy atan duygu, düşünce, tutum ve davranışların bir bütününü ifade eder. Zamanla ferdin ruhi fonksiyonlarının çevrildiği yöne doğru yükselerek gerçek doğallığına kavuşarak; insandaki kalp ve kafa bütünlüğünü ortaya çıkarır. Bunla beraber, ortaya koyduğu fonksiyonel eğilimlerin hangisinin daha ağır bastığı; yaşadığı hayat ve tecrübelerinin yoğunluğu da kişilik yapısını ortaya koyar. ‘’Psikolojik bir kavram olarak kişilik; tutum ve davranışlarının değişmez bir elemanı, kişiyi başkasından ayıran çok karmaşık bir yapıdır.’’
İnsanoğlu dini fıtrat üzerinde dünyaya gelir. Aile yapısı, yaşayış şekli, kültür ortamı onun karakter yapısını şekillendirir. Yüce Allah’ın yeryüzünde yarattığı ve; ‘’.. tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık..’’ (Hucurat, 13) ayeti, yaratılanların değişik fıtrat yapılarının, karakter oluşumlarının hayat tarzlarının yaşadıkları çevreye göre değişiklik gösterebileceğini ifade etmektedir. İşte kişinin bu kendine özgü yaşantı tarzı, çevre şartları, temasta olduğu kitleler ve ortaya koyduğu tepkiler onun kişiliğinin temel yapı taşlarını ortaya koymaktadır.
Burada özellikle şunu da vurgulamak gerekir ki, insanlarda oluşan kişilik öyle zannedildiği kadar basite alınabilecek bir olgu değildir. İnsan, çocuk yaşlarda kendi bedenini, iç duyumlarını tanıyıp algılasa da kişiliğin temeli insanlarla kurulan ilişkiler, aralarında yaşanan acı ve tatlı hatıralar sonucunda oluşmaya başlar. Zaman ilerledikçe de insanoğlunun benliğine sinmeye çalışan ve hareketlerinin kontrolünü ele geçiren önemli bir unsur olan irade ortaya çıkar. ‘’ İrade, istekleri gerçekleştirme ve faaliyete geçirme yetisidir.’’ Kişiliklere göre kendini ortaya koyan bu duygu, yaratılmışların en güzeli olan insanoğlunu hayvandan ayıran en önemli yapı taşıdır.
Kişilik Nasıl Ortaya Çıkar
Dini kişilik aslında yaratılanların aynı ortamda çevresel ve duygusal özellikleri kendinde hazmederek yaratıldığı gibi insanlardan bir insan olarak birlikte yaşadıkça ortaya çıkan bir hususiyettir. Çünkü, dini kişilikler, hâkim olan bir hayat şeklinin, renk ve dil gözetmeksizin hepsinin fıtrat desenlerinde etkili olduğu bir duygudur. Bu duygu, beş duyu organını kendi renklerine boyayan; sevgi ve merhameti beyin hücrelerine bir komut olarak yerleştiren; ‘’Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah (cc) hatıra gelir.’’ müjdesinin, ete kemiği bürünmüş resmidir.
Dini kişilik; duygu ve düşünce merkezine Allah’ın rızasını yerleştirmektir. Çünkü bu kişiliğin iki yönü vardır ki bir yönü Allah’a; diğer yönü de kullarına bakar. Allah’a bakan yönü; ‘’Allah’ı görüyormuşçasına yaşamaktır.’’ Kullara bakan yönü ise; ‘’ Allah’ın kullarına muamelesini ölçü kabul edip, insanlara aynı ölçüde davranmaktır.’’ Bunun dışında yaşama sarılmaya çalışanlar, matruşka misali her maskesinin altında başka bir yüzle ortaya çıkan; ilahi frekansları karıştırmış, ortaya çıkmak için fırsat kollayan sinsi kanser hücrelerine benzer. Bu tip kişiliklerin asla tedavisi yoktur. Bu görünüşü başka yaşantısı başka olan kişilikler; kendi kusur ve hatalarını, yaşantılarını dini duygularıyla yamamaya çalışan; dilindeki ilahiliği davranışlarına ve yaşantısına perde etmeyi şark kurnazlığı zanneden; inandığı dini değil de, inandıklarını din haline getirip ilahi düsturları güncellemeyi maharet zanneden cüzzam suratlılardır.
Bundan dolayıdır ki, dini kişiliği diğer kişilik tiplerinden farklı kılan, yaşantısının söz ve davranışlarına sirayet etmesi ve bir bütünlük oluşturmasıdır. Bir başka sözle; diğer kişiliklerde başka düşünce ve inanışlar temel olabileceği gibi, dini kişilikte de dini düşüncenin, dini hassasiyetin temelinde; ‘’emrolunduğun gibi dostoğru ol’’ hakikatı yatmaktadır. Yoksa; dini anlatıp, kindarlığı savunan; dini kullanıp milleti dolandıran; helali haykırıp, haramla beslenen; zulme karşı durup, zalimi dost edinenler Müslüman da olsa asla mümin olamazlar. Bunlar olsa olsa dilinde dinin; yüreğinde kinin işportacılığını yaparak din ile ticari kişiliğinin, itibarının, siyasetinin, işinin ve aşının peşine takılan Selûlislerdir.
Bunlar Bulaşıdır Tiplerdir
Bizler, genelde görünene göre karar verip değerlendirdiğimiz olayları, dini kişilik ve ya başka bir temel üzerine oturtmakta zorlanabiliriz. İşte bu sebeple televizyonlardan, dizilerden, siyaseten görüp yalancı tavırlarına tutulup aşık olduklarımızın gerçek kişiliklerini anlamakta zorlanıyoruz. Bugün İslamı ve insanı; birlik ve beraberliği; sevgi ve saygıyı; adalet ve hukuku savunalar; yarın kini ve nefreti; zalimi ve zulmü; hainliği ve ihaneti; bölüp parçalamayı savunabiliyor. Çünkü, insanların iradesi, makul ve mantıklı dürtülerle hareket etmeye meyilli olsa da; menfaat ve kişilik zafiyetleri Selülizm ruh haline dönüşebiliyor. Bu kişiliği bozuk harabe gönüller, günümüzde dine ve dindara karşı saygının ve itimadın; güven ve sevginin sahte mücahitliğini yapıyorlar. Yanlış yönlendirmede, baş eğdirmede, itaat ettirmede, kandırmada dini motifleri kullanarak İslam dinine ve mukaddesatımıza en büyük ihaneti yapıyorlar. Ve bunlar matruşkalar gibi içlerinde binbir türlü kişilikler barındırabiliyorlar.
Eğer bir insanın ana özelliği dindarlık olarak öne çıkarıyorsa, o zaman o insanın dindarlığını dilinde ve konuşmalarında değil de davranış ve hareketlerinde aramalıyız. Bir insan hak ve adaletten bahsedip, adaleti sakız gibi çiğniyorsa; peygamber deyip dürüst bir hayatın içine ediyorsa; merhamet deyip elini ve dilini bir zalim kılıcı gibi kullanıyorsa; helal deyip, hırsızlık yapıyorsa; takva deyip milletin malına göz dikiyorsa o bünyede tilkiler çoktan vaaz vermeye başlamış demektir.
Ölçümüz Ne Olmalı
Demek ki buradaki kişilik ölçümüz, bütün hal ve hareketlerini dini motifler üzerine nakşeden; kâl dilini değil, hâl dilini konuşturan insanlar olmalıdır. Aslında böyle bir kişiliğe sahip olmak, kişinin diğer hayat tarzlarından kopmasını, toplumdan uzaklaşarak camilere kapanmasını gerektirmez. Dini kişilikler, girdikleri ortama sevgi ve muhabbetleriyle yeni bir rol model, yeni bir kişilik tarzı ve yeni bir dayanışma örneği getirirler. Onlar, insan hayatını ve varlığın değerini kavrayıp, bu değerleri başkalarıyla paylaşmanın gayretinde olurlar. Bunlar, hayat tarzlarına duygularıyla değil, sözleriyle değil, kalp ve vicdan gözüyle yaşantılarıyla yön verirler. Onların hâkim olduğu bir toplumda huzur, adalet, sevgi ve merhamet rüzgârları eser ve sağanak sağanak yağan yağmurlar yok olmuş sevgi ve merhamet tohumlarıyla toplumu yemyeşil bir bahara uyandırırlar.
Yaşamak Yanmaktır
Dini kişilik; sakal ve cübbeye bürünmüş, derviş diye görünen diye anlaşılmamalıdır. Dini kişilik; Allah’ın insanlara karşı muamelesini ölçü kabul edip, insanlara öyle davranmanın vicdanlardaki resmidir. Bugün eğer bir Allah’a inanıyor ve onun gönderdiği peygamberleri tasdik ediyorsak aldatmaya, kandırmaya, yalanla dolandırmaya; hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya; başkalarına yaranmak için elli takla atmaya gerek yoktur.
Halbuki Allah’a inanmak ve yaratılanı yaratandan ötürü sevmek, dini kişiliğin dayandığı sağlam bir istinat noktasıdır. Eğer helal dairesinde insanca yamayı, huzurla ölmeyi ve imanla dirilmeyi istiyor isek, dini kişiliğimize kendine rengini veren Rabbimizle kurduğumuz iletişimimizi tekrar gözden geçirerek; hal ve hareketlerimizle sokaklarımızı; yaşantımızla etrafımızı; Allah sevgisiyle vicdanlarımızı bu ilahi boya ile renklendirmemiz gerekiyor. Aslında biz insanları kandırmakla, onlara zulmetmekle, onlara hakkı hayat tanımamakla en büyük saygısızlığı ve haksızlığı Allah’a yapıyoruz. Çünkü kul O’nun, mekan O’nun; hayat O’nun, nimet O’nun. Gerisi hep angarya.
Zorluklar Sarmalı
Bu zorluklar sarmalında imanı muhafaza etmek, kazanmaktan zordur. İşte iradenin yaptığı da bu zor işi gerçekleştirerek, gönül dümenimizi sahili selamete doğru çevirmektir. Eğer biz sahili selamete çıkmak istiyor isek, kişiliğini makam ve servete değiştiren siyasilere; yalanı diline pelenk etmiş İbni Selüllere hiç mi hiç ihtiyacımız yoktur. Allah deyip, Allah’ı gönüllerden uzaklaştırandan; Harun deyip, Karunlaşanlardan; İbrahimilerin ateşine odun taşıyanlardan; Yusuf’u kuyuya mahkum edenlerden; Züleyhalar gibi iftira atanlardan; dün dost ve kardeş görünüp bugün düşman olanlardan, şeytantan Allah’a sığındığımız gibi yine O’na sığınmamız icab eder.
Bu günlerde yaşantılarımızı, faaliyetlerimizi, inandıklarımızı, teslim olduklarımızı yeniden gözden geçirerek yenilenmeye ve Allah’a yeniden iman etmeye ihtiyacımız vardır. ‘’ Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin…’’(Nisa 136) Müslümanım deyip, her türlü fırıldaklığı çevirenler; elleriyle, dilleriyle ve amelleriyle ‘Hacerül Esved’ taşını ve cami halılarını kirletenler; derviş cübbesini sırtına atıp, meclislerde dini kabadayılık yapanlar sahip olduğu ve iddia ettiği mü’min kişiliğini tekrar gözden geçirmek zorundalar.
İhtiyacımız Olan Şey
Biz, ‘’Rabbim seni seviyorum. Sana inanıyorum’’ sözünün içini ibadetlerimizle, O’nun emirlerini hayatımıza hayat kılmakla; O’nun bize davranışını etrafımızdaki bütün canlılara aksettirmekle; herkesi kendi konumunda kabul ederek, haksızlığı, adaletsizliği başkalarına karşı bir zulüm aracı olarak kullanmaktan vaz geçerek hakiki imanı kazanmaya ihtiyacımız var. Kıldığımız namazın, yapmış olduğumuz ibadetlerin bizi kötülüklerden alıkoymasına ihtiyacımız var. Yere düşeni kaldıran; ağlayanın göz yaşını silen; kendisinin savcısı, başkasının avukatı olabilecek mert yüreklere ihtiyacımız var.
Komşusu aç yatarken, gözüne uyku girmeyen zakirlere; ateş sadece düştüğü yeri değil, bütün ciğerleri yakar düşüncesine sahip olan İbrahimilere ihtiyacımız var. Haksızlık karşısında bütün benliğini ortaya koyup; vatan ve millet menfaatlerini kendi menfaatlerinden önde tutan Liderlere; millete verdiği sözü namus bilip ona sadık kalabilecek siyasetçilere; makam, mansıp ve servet korkusundan uzak durup; gerçek Hâkim olan Allah’tan korkup onun sıfatını kirletmeyecek gerçek hâkimlere ihtiyacımız var. Ermiş olmadığı halde; ete kemiğe bürünüp, Yunus gibi görünmeye çalışan derviş cübbeli zalimlere haddini bildirecek sufi meşerep dik durabilen Kadı’lara ihtiyacımız var.
Ve hepsinden önemlisi insanca yaşamak için, İNSAN olmaya ihtiyacımız var.
İnsanoğlu dini fıtrat üzerinde dünyaya gelir. Aile yapısı, yaşayış şekli, kültür ortamı onun karakter yapısını şekillendirir. Yüce Allah’ın yeryüzünde yarattığı ve; ‘’.. tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık..’’ (Hucurat, 13) ayeti, yaratılanların değişik fıtrat yapılarının, karakter oluşumlarının hayat tarzlarının yaşadıkları çevreye göre değişiklik gösterebileceğini ifade etmektedir. İşte kişinin bu kendine özgü yaşantı tarzı, çevre şartları, temasta olduğu kitleler ve ortaya koyduğu tepkiler onun kişiliğinin temel yapı taşlarını ortaya koymaktadır.
Burada özellikle şunu da vurgulamak gerekir ki, insanlarda oluşan kişilik öyle zannedildiği kadar basite alınabilecek bir olgu değildir. İnsan, çocuk yaşlarda kendi bedenini, iç duyumlarını tanıyıp algılasa da kişiliğin temeli insanlarla kurulan ilişkiler, aralarında yaşanan acı ve tatlı hatıralar sonucunda oluşmaya başlar. Zaman ilerledikçe de insanoğlunun benliğine sinmeye çalışan ve hareketlerinin kontrolünü ele geçiren önemli bir unsur olan irade ortaya çıkar. ‘’ İrade, istekleri gerçekleştirme ve faaliyete geçirme yetisidir.’’ Kişiliklere göre kendini ortaya koyan bu duygu, yaratılmışların en güzeli olan insanoğlunu hayvandan ayıran en önemli yapı taşıdır.
Kişilik Nasıl Ortaya Çıkar
Dini kişilik aslında yaratılanların aynı ortamda çevresel ve duygusal özellikleri kendinde hazmederek yaratıldığı gibi insanlardan bir insan olarak birlikte yaşadıkça ortaya çıkan bir hususiyettir. Çünkü, dini kişilikler, hâkim olan bir hayat şeklinin, renk ve dil gözetmeksizin hepsinin fıtrat desenlerinde etkili olduğu bir duygudur. Bu duygu, beş duyu organını kendi renklerine boyayan; sevgi ve merhameti beyin hücrelerine bir komut olarak yerleştiren; ‘’Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah (cc) hatıra gelir.’’ müjdesinin, ete kemiği bürünmüş resmidir.
Dini kişilik; duygu ve düşünce merkezine Allah’ın rızasını yerleştirmektir. Çünkü bu kişiliğin iki yönü vardır ki bir yönü Allah’a; diğer yönü de kullarına bakar. Allah’a bakan yönü; ‘’Allah’ı görüyormuşçasına yaşamaktır.’’ Kullara bakan yönü ise; ‘’ Allah’ın kullarına muamelesini ölçü kabul edip, insanlara aynı ölçüde davranmaktır.’’ Bunun dışında yaşama sarılmaya çalışanlar, matruşka misali her maskesinin altında başka bir yüzle ortaya çıkan; ilahi frekansları karıştırmış, ortaya çıkmak için fırsat kollayan sinsi kanser hücrelerine benzer. Bu tip kişiliklerin asla tedavisi yoktur. Bu görünüşü başka yaşantısı başka olan kişilikler; kendi kusur ve hatalarını, yaşantılarını dini duygularıyla yamamaya çalışan; dilindeki ilahiliği davranışlarına ve yaşantısına perde etmeyi şark kurnazlığı zanneden; inandığı dini değil de, inandıklarını din haline getirip ilahi düsturları güncellemeyi maharet zanneden cüzzam suratlılardır.
Bundan dolayıdır ki, dini kişiliği diğer kişilik tiplerinden farklı kılan, yaşantısının söz ve davranışlarına sirayet etmesi ve bir bütünlük oluşturmasıdır. Bir başka sözle; diğer kişiliklerde başka düşünce ve inanışlar temel olabileceği gibi, dini kişilikte de dini düşüncenin, dini hassasiyetin temelinde; ‘’emrolunduğun gibi dostoğru ol’’ hakikatı yatmaktadır. Yoksa; dini anlatıp, kindarlığı savunan; dini kullanıp milleti dolandıran; helali haykırıp, haramla beslenen; zulme karşı durup, zalimi dost edinenler Müslüman da olsa asla mümin olamazlar. Bunlar olsa olsa dilinde dinin; yüreğinde kinin işportacılığını yaparak din ile ticari kişiliğinin, itibarının, siyasetinin, işinin ve aşının peşine takılan Selûlislerdir.
Bunlar Bulaşıdır Tiplerdir
Bizler, genelde görünene göre karar verip değerlendirdiğimiz olayları, dini kişilik ve ya başka bir temel üzerine oturtmakta zorlanabiliriz. İşte bu sebeple televizyonlardan, dizilerden, siyaseten görüp yalancı tavırlarına tutulup aşık olduklarımızın gerçek kişiliklerini anlamakta zorlanıyoruz. Bugün İslamı ve insanı; birlik ve beraberliği; sevgi ve saygıyı; adalet ve hukuku savunalar; yarın kini ve nefreti; zalimi ve zulmü; hainliği ve ihaneti; bölüp parçalamayı savunabiliyor. Çünkü, insanların iradesi, makul ve mantıklı dürtülerle hareket etmeye meyilli olsa da; menfaat ve kişilik zafiyetleri Selülizm ruh haline dönüşebiliyor. Bu kişiliği bozuk harabe gönüller, günümüzde dine ve dindara karşı saygının ve itimadın; güven ve sevginin sahte mücahitliğini yapıyorlar. Yanlış yönlendirmede, baş eğdirmede, itaat ettirmede, kandırmada dini motifleri kullanarak İslam dinine ve mukaddesatımıza en büyük ihaneti yapıyorlar. Ve bunlar matruşkalar gibi içlerinde binbir türlü kişilikler barındırabiliyorlar.
Eğer bir insanın ana özelliği dindarlık olarak öne çıkarıyorsa, o zaman o insanın dindarlığını dilinde ve konuşmalarında değil de davranış ve hareketlerinde aramalıyız. Bir insan hak ve adaletten bahsedip, adaleti sakız gibi çiğniyorsa; peygamber deyip dürüst bir hayatın içine ediyorsa; merhamet deyip elini ve dilini bir zalim kılıcı gibi kullanıyorsa; helal deyip, hırsızlık yapıyorsa; takva deyip milletin malına göz dikiyorsa o bünyede tilkiler çoktan vaaz vermeye başlamış demektir.
Ölçümüz Ne Olmalı
Demek ki buradaki kişilik ölçümüz, bütün hal ve hareketlerini dini motifler üzerine nakşeden; kâl dilini değil, hâl dilini konuşturan insanlar olmalıdır. Aslında böyle bir kişiliğe sahip olmak, kişinin diğer hayat tarzlarından kopmasını, toplumdan uzaklaşarak camilere kapanmasını gerektirmez. Dini kişilikler, girdikleri ortama sevgi ve muhabbetleriyle yeni bir rol model, yeni bir kişilik tarzı ve yeni bir dayanışma örneği getirirler. Onlar, insan hayatını ve varlığın değerini kavrayıp, bu değerleri başkalarıyla paylaşmanın gayretinde olurlar. Bunlar, hayat tarzlarına duygularıyla değil, sözleriyle değil, kalp ve vicdan gözüyle yaşantılarıyla yön verirler. Onların hâkim olduğu bir toplumda huzur, adalet, sevgi ve merhamet rüzgârları eser ve sağanak sağanak yağan yağmurlar yok olmuş sevgi ve merhamet tohumlarıyla toplumu yemyeşil bir bahara uyandırırlar.
Yaşamak Yanmaktır
Dini kişilik; sakal ve cübbeye bürünmüş, derviş diye görünen diye anlaşılmamalıdır. Dini kişilik; Allah’ın insanlara karşı muamelesini ölçü kabul edip, insanlara öyle davranmanın vicdanlardaki resmidir. Bugün eğer bir Allah’a inanıyor ve onun gönderdiği peygamberleri tasdik ediyorsak aldatmaya, kandırmaya, yalanla dolandırmaya; hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya; başkalarına yaranmak için elli takla atmaya gerek yoktur.
Halbuki Allah’a inanmak ve yaratılanı yaratandan ötürü sevmek, dini kişiliğin dayandığı sağlam bir istinat noktasıdır. Eğer helal dairesinde insanca yamayı, huzurla ölmeyi ve imanla dirilmeyi istiyor isek, dini kişiliğimize kendine rengini veren Rabbimizle kurduğumuz iletişimimizi tekrar gözden geçirerek; hal ve hareketlerimizle sokaklarımızı; yaşantımızla etrafımızı; Allah sevgisiyle vicdanlarımızı bu ilahi boya ile renklendirmemiz gerekiyor. Aslında biz insanları kandırmakla, onlara zulmetmekle, onlara hakkı hayat tanımamakla en büyük saygısızlığı ve haksızlığı Allah’a yapıyoruz. Çünkü kul O’nun, mekan O’nun; hayat O’nun, nimet O’nun. Gerisi hep angarya.
Zorluklar Sarmalı
Bu zorluklar sarmalında imanı muhafaza etmek, kazanmaktan zordur. İşte iradenin yaptığı da bu zor işi gerçekleştirerek, gönül dümenimizi sahili selamete doğru çevirmektir. Eğer biz sahili selamete çıkmak istiyor isek, kişiliğini makam ve servete değiştiren siyasilere; yalanı diline pelenk etmiş İbni Selüllere hiç mi hiç ihtiyacımız yoktur. Allah deyip, Allah’ı gönüllerden uzaklaştırandan; Harun deyip, Karunlaşanlardan; İbrahimilerin ateşine odun taşıyanlardan; Yusuf’u kuyuya mahkum edenlerden; Züleyhalar gibi iftira atanlardan; dün dost ve kardeş görünüp bugün düşman olanlardan, şeytantan Allah’a sığındığımız gibi yine O’na sığınmamız icab eder.
Bu günlerde yaşantılarımızı, faaliyetlerimizi, inandıklarımızı, teslim olduklarımızı yeniden gözden geçirerek yenilenmeye ve Allah’a yeniden iman etmeye ihtiyacımız vardır. ‘’ Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin…’’(Nisa 136) Müslümanım deyip, her türlü fırıldaklığı çevirenler; elleriyle, dilleriyle ve amelleriyle ‘Hacerül Esved’ taşını ve cami halılarını kirletenler; derviş cübbesini sırtına atıp, meclislerde dini kabadayılık yapanlar sahip olduğu ve iddia ettiği mü’min kişiliğini tekrar gözden geçirmek zorundalar.
İhtiyacımız Olan Şey
Biz, ‘’Rabbim seni seviyorum. Sana inanıyorum’’ sözünün içini ibadetlerimizle, O’nun emirlerini hayatımıza hayat kılmakla; O’nun bize davranışını etrafımızdaki bütün canlılara aksettirmekle; herkesi kendi konumunda kabul ederek, haksızlığı, adaletsizliği başkalarına karşı bir zulüm aracı olarak kullanmaktan vaz geçerek hakiki imanı kazanmaya ihtiyacımız var. Kıldığımız namazın, yapmış olduğumuz ibadetlerin bizi kötülüklerden alıkoymasına ihtiyacımız var. Yere düşeni kaldıran; ağlayanın göz yaşını silen; kendisinin savcısı, başkasının avukatı olabilecek mert yüreklere ihtiyacımız var.
Komşusu aç yatarken, gözüne uyku girmeyen zakirlere; ateş sadece düştüğü yeri değil, bütün ciğerleri yakar düşüncesine sahip olan İbrahimilere ihtiyacımız var. Haksızlık karşısında bütün benliğini ortaya koyup; vatan ve millet menfaatlerini kendi menfaatlerinden önde tutan Liderlere; millete verdiği sözü namus bilip ona sadık kalabilecek siyasetçilere; makam, mansıp ve servet korkusundan uzak durup; gerçek Hâkim olan Allah’tan korkup onun sıfatını kirletmeyecek gerçek hâkimlere ihtiyacımız var. Ermiş olmadığı halde; ete kemiğe bürünüp, Yunus gibi görünmeye çalışan derviş cübbeli zalimlere haddini bildirecek sufi meşerep dik durabilen Kadı’lara ihtiyacımız var.
Ve hepsinden önemlisi insanca yaşamak için, İNSAN olmaya ihtiyacımız var.