BAAS hareketi, demokrasi olmayan cumhuriyetlerin elverişsiz vasatında ve hırsları yeteneklerini aşan yöneticilerinin elinde birer diktatörlüğe dönüşerek yıkıldı ve talihsiz biçimde tarihe karıştı. Güzel vaat ve umutlarla yola çıkan, sonra da iktidarın zehrine kapılarak yoldan çıkan dünyadaki tüm yönetimler için ibret dolu bir derstir.
13 yıl süren iç savaşın sonunda Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın -sessizce ve gizlice- ülkesinden ayrılışını dünya basını, “61 yıllık BAAS rejiminin çöküşü” olarak duyurdu. Çünkü yaşananlar sadece, yirmi yılı aşkın iktidarda olan bir devlet başkanının hazin sonu değil, daha derinde, Arap dünyasında kökleri eskilere uzanan bir siyasi hareketin de yıkılışı anlamına geliyordu.
Beşar Esad’ın babası Hafız Esad (d.1930), Suriye’nin Lazkiye bölgesinden, ailesinde ilkokuldan sonra öğrenimine devam edebilen başka kimse olmayan bir köylü çocuğuydu. Askerlik kariyerinde hızla yükselerek hava subayı olmuş, 1963’de -Mısır’ın karizmatik önderi Nasır’a özenerek- iktidara el koyan genç subaylar arasında yer almıştı.
Bu genç subaylar, 1963’de devlet başkanı yaptıkları General Emin el-Hafız’ı 1966’da devirerek yönetimi doğrudan ellerine aldılar. Darbecilerin kendi iç kavga ve tasfiyeleriyle dolu bir sürecin sonunda Hafız Esad, Kasım 1970’de önemli yetkilerle donatılmış olarak 7 yıl için cumhurbaşkanı seçildi. Bu görev 2000 yılında ölene kadar devam etti.
BAAS: ARAP DİRİLİŞ HAREKETİ
1963’de iktidara el koyan genç subaylar, siyasal görüş olarak BAAS yanlısıydılar. BAAS, Birinci Dünya Savaşı sonrası Arap topraklarını -Osmanlıya isyan eden Mekke Şerifi Hüseyin’in oğulları arasında- paylaştıran devletlere duyulan öfke zemininde yeşermiş bir özgürlük ve milliyetçilik hareketiydi.
Arapça ‘Diriliş’ anlamına gelen BAAS’ın fikir babaları orta sınıf kentli aydınlardı. Lazkiyeli Zeki el-Arsuzi (1899-1968) Sorbon’da okumuş, felsefeyle ilgilenmiş bir sosyal bilimciydi. Mişel Eflak (1910-89) ve Selahaddin el-Bitar (1912-80) da, Arsuzlu gibi Paris’te okumuş, milliyetçi ve sosyalist akımlardan etkilenmişlerdi.
Arsuzi’nin 1940’da kurduğu Arap Baas’ı, 1947’de Eflak ve Bitar’ın Arap Baas Hareketi ile, 1952’de Ekrem el-Havrani’nin (1912-96) öncülüğündeki Arap Sosyalist Hareketi ile birleşerek Hizb-ül Baas Arab el-İştirakiyye (Arap Sosyalist Diriliş Partisi) adını aldı.
Kurucular farklı din ve inanç çevrelerinden geliyordu; ancak tümü Arapların birlik içinde olması fikrinde ortaktılar. Mişel Eflak Ortodoks Hıristiyan, Selahattin Bitar Sünni, Arsuzi Şii Müslüman ailelerden geliyor, Ekrem Havrani’nin soyunun Peygambere dayandığı ileri sürülüyordu.
Seküler yaşamı benimsemelerine karşın İslamiyetin Arap toplumu için öneminin farkındaydılar. Partinin ideologlarından Mişel Eflak yazılarında İslamiyeti BAAS’ın temellerinden birisi olarak niteliyor, ‘Arap ruhunun ifadesi’ sayıyordu.
BAAS hareketi, Arap coğrafyasında yaygın olan sosyal adaletsizliğe, sömürüye, feodaliteye, dışa bağımlığa karşı söylemleriyle sadece Suriye’de değil, başta Irak, Mısır ve Ürdün olmak üzere geniş bir coğrafyada etkili oldu. Partinin siyasal görüşlerinin özlü ifadesi haline gelen ‘Vahdet / Hürriyet / İştirakiyyet’ (Birlik/ Özgürlük / Sosyalizm) sloganı, Mısır’da Nasır’ın öncülük ettiği Hür Subaylar hareketinin de dilinde yükselen bir slogandı.
Bu ortamda, 1958 yılında Mısır ve Suriye birleşme kararı aldılar. Ancak Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin (BAC) ömrü uzun olmadı. Nasır’ın baskın kişiliğinin Suriyeli yöneticilerde yarattığı kıskançlık, Suriye’nin Mısır’ a bağlanmış gibi yorumlanmasına ve tepkilere yol açınca birlik 1961’de sona erdi.
Arap Devletleri içinde monarşik yapılarını sürdüren Ürdün ve Suudi Arabistan zaten bu birlik arayışlarını iktidarları için tehlikeli sayıyor, uzak duruyorlardı. Irak’ta ise Şiiler ve Kürtler birleşmeye karşıydı. Şiiler, Arap Birliği içinde kendilerinin iyice azınlık durumuna indirgeneceğinden kaygı duyuyor, Kürtler ise Arapların birleşmesi halinde, ayrı bir vatan ve devlet sahibi olma hakları olduğunu savunuyorlardı.
Bu etnik ve mezhebi kaygılar, kişisel ve kabilesel çekişmelere karşın BAAS oldukça geniş ve etkili, zaman zaman iktidarlara da ortak bir siyasi hareket olarak varlığını sürdürdü. 1954 seçimlerinde Suriye’nin yükselen bir siyasi partisi olarak Meclisteydi.
1963’de bir grup genç subay -1913’de İttihatçıların Babıali Baskını’na benzer biçimde- iktidara doğrudan el koydular. 1952’de Mısır’da, 1960’da Türkiye’de benzer olaylar yaşanmış, ancak Türkiye’de darbeci subaylar iktidarda kalıcı olmak isteyen kanadı (Albay Türkeş ve arkadaşlarını) tasfiye ederek, bir yıl içinde serbest seçimlerle iktidarı sivillere devretmişlerdi.[ Türkiye’de BAAS tipi ‘devrimci’ bir darbe 9 Mart 1971’de planlandı. İktidara el koymayı ve partileri tasfiye ederek kalıcı bir Devrim Meclisi kurmayı kararlaştıran bir grup asker-sivil aydınların girişimi, Genelkurmayın girişimden haberdar olması üzerine akamete uğradı ve girişim 12 Mart 1971 muhtırasıyla bir karşı darbeye dönüştü.]
Suriye’de iktidara el koyan BAAS’çı askerlerin iktidarı sivillere devretmek gibi bir niyeti yoktu; otoriter bir yönetim eliyle kalıcı bir devrim hedefliyorlardı. Onlar BAAS kurucularına göre daha radikaldi.
Esasen darbeci askerler, kurucularla aynı sosyal sınıflardan gelmiyordu; kurucular çoğunlukla Avrupada okumuş kentli orta sınıftandı; oysa bu genç subaylar askeri okullarda güçlükle okumuş dar gelirli, çoğu köylü çocuklarıydı. İlk fırsatta -1966’da- kurucu aydınları tasfiye ettiler. Mişel Eflak Lübnan’a, oradan Irak’a, Selahattin el-Bitar Avrupa’ya gitti.
IRAK’TA BAAS DÖNEMİ VE SONRASI
Mişel Eflak’ın Suriye’den sürgüne gittiği ve oradaki parti çalışmalarında rol ve görev aldığı Irak’ta monarşi 1958’de bir askeri darbe ile sona ermiş, 1968’e kadar çeşitli darbelerle istikrarsız bir dönem yaşanmıştı. 1968’de devlet başkanı olan BAAS’çı eski asker Hasan el-Bekir sağlık sorunları nedeniyle 1976’da yetkilerini devrettiği hemşehrisi -ikisi de Tikritli’’ydi- Saddam Hüseyin, 1979’da Irak Devrim Komuta Konseyi Başkanı ve Cumhurbaşkanı oldu. Hüseyin de, Suriyeli Esad gibi köy kökenli, mütevazı bir ailenin mensubuydu.
Hasan el-Bekir yönetimindeki BAAS döneminde Irak’ın petrollerini işleten yabancı ortaklıklar (IPC) millileştirilmiş, böylece Irak’ın petrol geliri 1970 öncesi 1 milyar doların altındayken, 1979’da 25 milyar doların üstüne çıkmıştı.
1968’den beri rejimin kuvvetli adamı konumunda olan Saddam Hüseyin’in artan gelir ve refah ortamında başlattığı imar faaliyetleri ve kalkınma hamleleri[ Mart 1980’de bir grup milletvekili arkadaşımla Irak’ın Ankara Kültür Müsteşarlığının konuğu olarak, Bağdat, Kerbela, Necef, Süleymaniye ve Erbil’i kapsayan 15 günlük gezide bu imar faaliyetine bizzat tanık olmuştum.], eylül 1980’de başlayan ve 8 yıl süren İran savaşı nedeniyle yarım kaldı. Saddam, savaşın son yılında Halepçe’de Kürtlere karşı kimyasal silah kullandığı iddiasıyla büyük yara aldı.
İran savaşından iki yıl sonra petrol yataklarını ele geçirmek amacıyla Irak’ın Kuveyt’i işgale kalkışması, Saddam Hüseyin’in sonunu getiren sürecin başlangıcı oldu. 1991’de ABD ve müttefikleri Irak’ı Kuveyt’ten çıkardı. Bu tarihten sonra Irak yönetimi, nüfusun büyük bölümünü oluşturan Şiiler ve kuzeyde Kürtler üzerinde otorite kurmakta güçlüklerle karşılaştı.
Sonraki yıllar, Saddam Hüseyin ve Irak için tam bir kabustu. Irak, kalkınma ve gelişme hamlelerini tümüyle terk etmiş, silahlanma yoluyla ayakta kalmaya çalışan, bir yandan içerdeki başkaldırılarla, öte yandan ABD ve İngiltere’nin önderlik ettiği uluslararası çıkar çevreleriyle baş etmeye çalışan, baskıcı bir güvenlik devleti görünümündeydi.
1968’de içerde feodaliteye, dışarda emperyalizme karşı ilerici, kalkınmacı bir siyaset izlemek iddiasıyla yönetime gelen Irak BAAS’ı, 2003’de dünyanın gözünde kanlı bir diktatörle özdeşleşmiş olarak ve ardında bölünmüş bir vatan, çökmüş bir devlet bırakarak, talihsiz bir sonla tarihe karıştı.[ Ortadoğu’ya özel ilgi duyanlar için: Prof. William L. Cleveland’ın Modern Ortadoğu Tarihi ve Büyükelçi Temel İskit’in Diplomasinin Gücü: Modern Ortadoğu’nun Şekillenmesi kitaplarını önermek isterim.]
BAAS’IN ESADLAŞMASI
Suriye’de ise, BAAS kurucularının büyük ölçüde tasfiye edildiği 1966 iç darbesinden sonraki beş yıl içinde rejim iyice merkezileşmiş, Hafız Esad cumhurbaşkanı olmuştu. Esad, ilk yıllarda sosyal adaletçi girişimleri, yoksulluğu azaltmaya, okur yazarlığı arttırmaya, topraksız köylüyü topraklandırmaya, kadınları sosyal yaşama katmaya yönelik çabalarıyla kitlelerde destek buldu.
Ancak iktidarı uzadıkça, kendisini kalıcı ve vazgeçilmez kılmak için ard arda yanlışlar yapmaya başladı. Arap coğrafyasının en güçlü ülkesi olmak kaygısıyla silahlanmaya büyük kaynak ayırıyordu. Yönetime tümüyle BAAS’çıları, kilit noktalara da yakın çevresinden Şii inancı mensuplarını getiriyordu. Oysa Şiiler, Suriye nüfusu içinde azınlıktaydı.
Hafız Esad’ın bu yanlışlarına rağmen Arap toplumunda yükselen adı, 1976 Lübnan İç savaşında yara aldı. Esad, solcu Müslüman/FKÖ ittifakına karşı Marunilere yakın davranmıştı. 1980-88 İran-Irak Savaşında da, -İran rejimini ABD/İsrail tehlikesine karşı korumak gerekçesiyle- Irak’ın karşısında duran ender Arap yöneticilerinden biri oldu.
Lübnan iç savaşında ve İran-Irak savaşında aldığı tavırlar içerde hoşnutsuzluğu arttırdı. Esasen Suriye’deki dindar kesimler Esad’ın seküler uygulamalarından, özellikle kadınlara verdiği haklardan şikayetçiydi.
Muhalefet, 1980 başlarında rejime karşı şiddet yöntemleri kullanmaya kalkıştı. 1982’de Hama’daki ayaklanmayı Esad rejimi acımasız biçimde bastırdı. Hafız’ın kardeşi Rıfat Esad yönetimindeki kuvvetler Hama’da onbinlerce insanı öldürdü.
Artık Suriye’de BAAS’cılık yoktu; Esad’cılık vardı. Hafız Esad, bir devlet başkanı olmanın ötesinde siyasi, ideolojik, karizmatik ve otoriter bir önderlik simgesi haline getirildi.
1970’de genç bir subay olarak, ilerici ve devrimci vaat ve umutlarla iktidara gelen Lazkiye’li köylü çocuğu, 2000’de oğluna, sadece adı cumhuriyet olan yoksul bir diktatörlük bıraktı.
BAAS’IN SONU
Hafız Esad’ın yerine geçeceğini umduğu oğlu Basil bir kaza sonucu ölünce tıp eğitimi görmüş oğlu Beşar Esad, BAAS’ın tek adayı olarak cumhurbaşkanı seçildi. Yaşı bu makam için uygun değildi; ama anayasa onun yaşına uygun hale getirildi.
Tıp eğitimi Avrupa’da tamamlamış ve orada tanıştığı -sünni bir aileden- iyi eğitimli bir hanımla evlenmiş bulunan Beşar Esad, göreve başladığında Suriye için bir umuttu. İlk yıllarında bu umudu besleyen adımlar da attı.
Ancak 2010 sonrası Arap Baharı denilen, büyük ölçüde dış destekli ayaklanmalar sürecini beceriyle yönetemedi. Halkın isyanı karşısında insani ve sosyal hakları geliştiren yapıcı ve yatıştırıcı adımlar atmak yerine, baskıcı, bastırıcı eski yöntemlerle mücadeleyi seçti. 2011’de başlayan olaylar, bu ortamda Suriye’yi, ABD/İsrail ve Rusya/İran destekli güçler arasında bir bilek güreşi alanına dönüştürdü.
13 yıl süren karşılıklı acımasız çatışmaların sonunda, bir milyon insan öldü, 10 milyon insan yurdunu ya da evini tek etti; maddi ve manevi yıkımların değeri ölçülemez hale geldi. Sonunda Esad, dayandığı güçlerin desteğini arkasında bulamayınca -Rusya Ukrayna’da İran İsrail saldırılarıyla yorulmuştu- yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı. 24 yıl önce ülkesi, hatta Arap toplumu için yeni ve aydınlık bir umut olabilir gözüyle bakılan Suriye Devlet Başkanı, son BAAS’cı Dr. Beşar Esad, bir gece yarısı sessizce ve gizlice ülkesini terk etti.
VE KISSADAN HİSSE
BAAS hareketi 1940’ların sonunda Arap aydınları arasında yükselen bir umuttu. Birlik/Özgürlük/Eşitlik haykırışları, Ortadoğuya hakim feodalitenin ve onların ortağı dış çıkar odaklarının sömürü düzeni karşısında, halkın, özellikle de gençlerin umut ve özlemlerini ifade ediyordu.
Hareket, Arap toplumları içinde bir dönem olumlu karşılıklar buldu ve doğrudan ya da dolaylı olarak yönetimine katıldıkları ülkelerde olumlu ve başarılı girişimlere de imza attı.
Mısır ve Irak’ta millileştirmeler, Suriye ve diğer ülkelerde toprak reformları, imar ve okur-yazarlık faaliyetleri bunların örnekleri arasında sayılabilir.
Ancak Suriye ve Irak’ta BAAS siyasetinin Esad ve Saddam gibi, vasat eğitimli, genç ve haris önderlerin eline geçmesi talihsizlik oldu. Bu genç askerler iktidarın imkanlarını çok sevdiler ve kolayca gücün zehrine kapıldılar. İktidarlarını kalıcı kılmak için, Arap coğrafyasında zaten kısıtlı olan bütün hak arama yollarını tıkamaya, baskı yönetimleri kurmaya kalktılar. Bu baskı ortamında, her yerde olduğu gibi, halk yoksullaşırken, iktidara yakın olanlar aşırı zenginleşti. Böylece yöneticilerin halktan kopuşu gözle görünür hale geldi.
İktidar, gücü elinde tutanlar için tehlikeli bir bomba gibidir
Onu iyi kullanmaz, toplumsal dengeleri gözetmez, dilinizin, gücünüzün, hele servetinizin ayarlarını korumaz, elinizde uzun süre tutmak için toplumu ve karşıtlarınızı sıkar, ezer, bunaltırsanız, avucunuzda patlayabilir.
BAAS, Irak ve Suriye’de bu sorunları yaşadı. İktidarlarını varlıklarının tek amacı haline getiren ve kaybetmemek için etik, hukuk ve gelenek dışı her yolu deneyen haris yöneticiler, sonuçta kendilerine, siyasetlerine ve ülkelerine büyük zarar verdiler.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Arap topraklarında sömürüye ve dışa bağımlılığa karşı bir siyasal umut olan BAAS hareketi, demokrasi olmayan cumhuriyetlerin elverişsiz vasatında ve hırsları yeteneklerini aşan yöneticilerinin elinde birer diktatörlüğe dönüşerek yıkıldı ve talihsiz biçimde tarihe karıştı.
Güzel vaat ve umutlarla yola çıkan, sonra da iktidarın zehrine kapılarak yoldan çıkan dünyadaki tüm yönetimler için ibret dolu bir derstir.
FACEBOOK YORUMLAR