ATATÜRK DE ZİNDANA ATILMIŞTI
Atatürkçü olmak gençliğin veya genç kalanların sevdasıdır. Atatürk de bunu bildiği için Cumhuriyeti gençlere emanet etmiştir. Askeri liseler ve Harp Okullarından yetişen genç subaylar, ateşli birer Atatürkçüdürler. Ancak rütbeler yükseldikçe, sistem Atatürk Milliyetçilerini elemektedir. Çünkü bu ordu NATO müttefiki bir ordudur. Esas eleme kurmaylık sürecinden geçerken yapılmaktadır. Amerikancı olmayanları neden kurmay subay yapsınlarki? İşte koyu Amerikancı olan üst rütbeli komutanlar, koyu Atatürkçü teğmenleri TSK'dan insafsızca ihraç etmişlerdir. Ne olacak, bu kıymetli vatan evlatları, o kafalar için birer eğitim zayiatıdır. Çünkü rütbe yükseldikçe konfor alanına bağımlılık artmaktadır. Teğmenler üzülmesinler, ordudan atılan Atatürk Devlet kurmuştur.
Yaşadığı acı günleri Atatürk'ün kendisinden dinleyelim. Atatürk annesinin vefatından kısa bir süre sonra İzmir’e giderek onun Ferik Osman Camisinin bahçesinde bulunan mezarını ziyaret etmişti. Yanında Mareşal Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir de bulunmaktaydı. Hep birlikte Fatiha okuduktan sonra, Atatürk, mavi gözlerine çöken karanlığın içinde bir süre susar ve sonra annesine ait anıları anlatmaya başlar.
“Zavallı annem, şimdi vücudu, bir zamanlar Türk Milletinin ideali haline gelmiş kutsal İzmir'in topraklarında yatıyor. Ölüm, gerçeklerin en büyüğüdür. Doğanın insana kıyarak yasasını yürütmesidir. Bunu hepimiz biliriz de, üzüntüsünden yine de kurtulamayız. Burada yatan annem, zulmün, zor kullanmanın ve bütün bir milleti keyfince yönetenlerin kurbanı olmuştur.
Bu düşüncemi açıklayabilmem için, izin verirseniz, zorluklarla yüklü hayatından birkaç bölümünü gözlerinizin önüne sermek isterim.’’ der.
“Abdülhamit dönemiydi, 1904 yılında Kurmay Yüzbaşı olarak okulu bitirmiştim.
Hayata ilk adımımı atıyordum. Fakat bu adım, hayata değil zindana rastladı. Beni aldılar ve keyfi yönetimin zindanına attılar. Annem, ancak zindandan kurtulduktan sonra başıma geleni haber alabildi. Hemen beni görmeye koştu ve İstanbul'a geldi. Fakat, İstanbul'da kendisiyle ancak dört beş gün görüşebildik. Çünkü istibdat yönetiminin cellatları, casusları, hafiyeleri evimizi sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem peşimden koşuyordu. Görüşmemiz yasaklanmıştı. Beni sürgüne götürecek vapura bindirilmiştim. Anacığım, gözyaşlarıyla Sirkeci Rıhtımında taşların üstünde dövünüyor, kahroluyordu. Sürgünde geçirdiğim yılları anam üzüntü ve gözyaşları içinde tüketmiştir.”
“Şimdi başka bir noktayı anlatacağım. Mütareke yıllarında, kurtuluş kavgamıza başlamak için Anadolu'ya geçmiştim. Annemi beraberimde götüremezdim. O, İstanbul'da kalmıştı. Yanında sürekli olarak kalan bir adamım vardı. Onu da Anadolu'ya götürmüştüm. Erzurum'dan, bu adamı anneme gönderdiğim zaman, zavallı annem, padişahın benim için çıkardığı idam fermanını bildiğinden, adamın yalnız olduğunu anlar anlamaz, idam edildiğime hükmetmiş ve bu üzüntüsü bir felç ile sonuçlanmıştı.”
“Benim yıllarım mücadele ile, onun yılları keder ve üzüntü ile geçti. Padişah ve hükümeti ile birlikte bütün düşmanların sürekli baskı ve işkencesi altında yaşadı. Oturduğu ev, bin bir çeşit nedenlerle basılır, aranır kendisi sürekli olarak benim için tedirgin edilirdi. Annem İstanbul'da geçirdiği son üç buçuk yılın bütün gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. İşte bu sürekli gözyaşları, ona gözlerini kaybettirmişti. Çok kısa bir süre önce onu İstanbul'dan yanıma aldırabildim. Ana oğul kavuşmuştuk. Ama madde olarak ölüydü, sadece mana olarak yaşıyordu.”
“Annemi kaybettiğim için, kuşkusuz çok üzgünüm. Ancak büyük bir tesellim var. En büyük anamız vatanı batıran ve yokluğa sürükleyen yönetim, bir daha hortlamamak üzere, yokluk çukuruna gömülmüştür. Annem, sonsuza kadar bu toprağın altında yatacak, Ulusal Egemenlik de sonsuza kadar bu toprağın üstünde bayrak olup dalgalanacaktır. İşte beni teselli eden en büyük güç budur. Evet, Ulusal Egemenlik, bu toprakların üstünde sonsuza kadar sürecektir. Annemin mezarı üzerinde ve Allah'ın huzurunda yemin ediyorum ki, bu kadar kan dökerek Milletin kazandığı Ulusal Egemenliği korumak ve savunmak için, gerekirse anamın yanına uzanmaktan asla göz kırpmayacağım.
Ulusal Egemenlik için canımı vermek, benim vicdan ve namus borcum olsun.’’
Aziz Atatürk konuşmasını bitirdiğinde, yanında bulunanlar gözyaşlarına boğulmuşlardı. O yüce insan da yanaklarından sızan yaşları saklamamıştı. Sonuçta çok acılar gören o büyük insanında bir yüreği vardı. Ben Atatürk ile ilgili yaşımdan fazla doküman okumuş bir yurttaş olarak, ne zaman o mezar başındaki yaptığı konuşmayı okusam, gözyaşlarımı tutamam. Bu nedenle ağlamak serbesttir. Başta Zübeyde Hanım olmak üzere, ebediyete irtihal eden tüm analara Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanları cennet olsun. Hayatta olan bütün analara ve genç teğmenlerin analarına sağlıklı ömürler diliyor, saygılarımı sunuyorum.