Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar

Murat Öztürk mozturk.3738@gmail.com


İsrail dün gece yine insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek bir katliam gerçekleştirdi. Gazze’de sivil halkı 7 Ekim’den bu yana ‘güneye gidin’ ‘orası güvenli’ diyerek Mısır sınırındaki Refah kentine kadar sürükleyen İsrail, dün gece evlerini terk ederek Refah çadır kentindeki çadırlarda bulunan sivilleri bombaladı. 40’tan fazla sivilin (çoğu kadın ve çocuk) şehit olduğu, onlarca insanın ağır yaralandığı saldırılarda küle dönmüş insanları ve tanınmayacak hale gelen cesetleri insanlığın vicdanını bir kez daha sızlattı.

Saldırının Gazze’nin kuzeyinde Hamas’ın Siyonist İsrail askerlerini tünellere çekerek yaralayıp esir alınmasını duyurduktan sonra gerçekleşmesi, İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’de aldığı yenilgiyi sivillere ölüm yağdırarak iç kamuoyunda (sivilleri Hamas mensubu gibi göstererek) itibar kazanma ve yıpratma savaşında Hamas’a karşı üstünlük kurma stratejisinden başka bir şey değildi. Günümüzün Nemrut’u olan Netenyahu her geçen gün Haganah’ın kurucusu Ze’ev Jabotinsky veya Ariel Şaron’dan nasıl daha fazla zalim olunabilir onu göstermektedir.

Bu saldırı terör devleti İsrail’in Uluslararası kurumlara karşıda bir başkaldırı olarak görmek gerekir. 24 Mayıs’ta Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) İsrail’in Refah operasyonunu derhal durdurmasına hükmetmesinden 2 gün sonra bu katliamın yaşanması da İsrail’in kural tanımazlığının bir başka delili oldu. Uluslararası Ceza Mahkemesi Birleşmiş Milletlerin en üst düzey yargı organı olarak görev yapmaktadır ve kararları Birleşmiş Milletlere üye ülkeler için bağlayıcı yani uyulması gereken kararlardır. Mahkemenin Refah operasyonunu durdurma kararı sonrası İsrail’in, Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) depolarının bulunduğu bölgedeki çadır kenti bombalaması mahkemenin kararını tanımamasının bir göstergesi olmuştur. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın uluslararası sistemin iflasının önlenmesi için belirttiği ‘‘Dünya beşten büyüktür’’ mottosunun temelinde olan uluslararası kurumların kararlarının uygulanamaması gerçeği yine karşımıza çıkmıştır. Bu saldırı ile uluslararası kurumların tepesindeki Birleşmiş Milletlerin iflas ettiği açıkça karşımızdadır.

7 Ekim’den bu yana arşı titretecek katliamlar yapan ve Gazzeli Müslümanlara soykırım uygulayan İsrail’in 17 Ekim’de El-Ehli Baptist hastanesine yaptığı saldırıyı hatırlattı dünkü saldırı. İnsanlık tarihinin hiçbir safhasında asla unutulmayacak hastane saldırısında 471 kişi şehit olmuştu. Hastanenin hayatta kalan doktorlarının parçalanmış cesetlerin arasında yaptığı basın toplantısı görüntüleri ise insanlık tarihinin yüzkarası olarak hafızalardaki yerini almıştır. Filistin meselesi ile alakalı okumalar yaparken herkes 9 Nisan 1948 yılında yaşanan Deir Yasin köyü katliamının terör devleti İsrail’in kuruluşu sürecindeki büyük bir vahşet olarak okumuştur. Aradan 76 sene geçti. 76 senede birçok katliam birçok vahşet yaşandı. Ancak 7 Ekim’den bu yana bu vahşetlerin dozajı o kadar arttı ki Filistin meselesi sadece Müslümanların değil tüm insanlığın vicdanında yer etti ve dünyanın vicdanlı toplumları Filistin için Gazze için kıyam etti. Buna mukabil İslam dünyasının refleksleri öyle zayıflamış ki İslam İş Birliği Teşkilatı bugün yaptığı açıklamada sadece Refah’taki saldırıyı kınamış. Sadece bir kınama mesajı!

Artık sözün bittiği yerdeyiz. 40 bin sivilin ölümü varken İsrail’in güvenliğini sağlamaktan bahseden sözde Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas gibi bir kaypak ile veya rahatları bozulmasın diye kıllarını kıpırdatmayan münafık Arap krallarla Filistin’de yaşanan zulüm son bulacak gibi durmuyor. Yukarıda bahsettiğimiz uluslararası kuruluşlar ise yaptırım mekanizmalarını çalıştırmaktan acizler. Filistin meselesini İspanya, İrlanda gibi Avrupa ülkeleri ve Güney Amerika (Arjantin hariç) ülkeleri Filistin’in hem dindaşı hem de ırkdaşı olan Araplardan daha çok savunmaktalar. Türkiye burada en çok sesi çıkan, diplomatik olarak en çok girişimde bulunan ve Filistin davasını sahiplenen ülkelerin başında geliyor. Çünkü bu topraklarda 1918 Filistin cephesi düşene kadar Osmanlı hakimdi ve ne olduysa bu tarihten sonra oldu. Burada yaşayan Müslümanların iki yakası bir araya gelmedi. Yüzyıllar süren geri çekilişimiz, defansif politikalarımız 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile son bulmuştu. Birçok zorluğa rağmen Kıbrıs’ı kurtardık. Şimdi yeni bir safhadayız. Suriye’nin kuzeyindeki operasyonlarımız ile özgüvenimizi tazeledik ve bölgenin lider ülkesi olduğumuzu gösterdik. Emperyalistlerin yüzyıllardır bu topraklarda bize rağmen yapmak istediklerine artık dur dedik. Kadim Türk devlet aklı İsrail’in asıl hedefinin vadedilmiş topraklar olduğunu çok iyi biliyor ve İsrail’in buna ulaşmadaki en büyük engeli şu anda Türkiye. Çünkü iki tane başarısız devlet olan Suriye ve Irak İsrail’in rakibi asla olacak güçte değiller.

Türkiye, tesbih taneleri gibi dağılmış, başsız kalmış İslam dünyasını bir araya getirme misyonunu üstlenerek sahada aktif politikalar izlemelidir. Çünkü İsrail’i diplomasi değil güç durduracaktır. Birleşmiş Milletlerin yapamadığı, bölgeye barış gücü gönderme fikri İslam İş birliği Teşkilatı üyeleri ikna edilerek hayata geçirilmeli ve Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa da dahil tüm Filistin’de kontrolü sağlayarak iki devletli çözüm sağlanana kadar bölgeye gönderilmelidir. Bu kadar vahşet yaşanırken, insanlar diri diri yanarken, küçük çocukların kafaları kopmuş şekilde babalarının elinde gördüğümüz görüntüler bizi harekete geçirmiyorsa ne harekete geçirecek?

Yiğit düştüğü yerden kalkar.
İsrail barbarlığının panzehiri güç, Siyonizm’in panzehiri ise Türkiye olacaktır.