ALLAH ile KORKUTMAK
Toplumlar, yürüyeceği hayat yolunu büyük ölçüde kendilerine ait rol modeller sayesinde genişletebilir, değer yargılarını bu sayede yaşanır hale getirebilirler. Eğer bir toplumda dürüst, namuslu, hakkaniyetli, hasbi insanlar dışlanıyor; hırsız, arsız, hayâsız ve ahlaksız tipler el üstünde tutulup alkışlanıyorsa, o toplum durgun sular gibi kokuşmaya, ufuneti burunları sızlatmaya başlamış demektir.
Eğitimden sosyal hayata; çalışma hayatından dini yaşamaya kadar bütün alanlarda yapılan açılımlarda dini duygu ve düşüncenin ihmal edilmesi sağır ve hissiyatsız bir gençlik meydana getirdi. Dar bir alana sıkıştırılan bu kuşaklar hayatını sınırsız bir zevk, yasaksız bir haz ve kontrolsüz bir çizgide yaşamaya başladı. Değerler eğitimi zamanla maddi kazanç, makam-mansıp, servet ve şöhret odaklı bir modele kayınca da; genç neslin kontrolü içinden çıkılmaz bir anafora dönüştü.
Bir toplumu ayakta tutan milli ve manevi şahsiyetleridir. Bunların en önemlisi milletin idaresine talip olan siyasiler ve peygambere varis olma liyâkatına sahip olabilecek alimlerdir. Liderler milli ve manevi ahlakı; alimler de ilmin izzetini kaybetmeseydi sokak ve caddelerimiz işte bugün olduğu gibi Lut kavmi billboardlarıyla kirlenmeyecek, Allah’tan uzak bir yaşam biçimi tercih edilmeyecekti. Halbuki, onların görevi halkına rol model olarak; ‘’ vicdanın ziyası ulûm-u diniye ile aklın nuru, fünun-u medeniye’’yi bir araya getirerek, toplumun himmetini pervaz ettirmeyi gaye edinmeleriydi.
Manevi Düzenimiz Yıkıldı
Aile, bir milletin kozmik odasıdır ve bu odaya yapılan saldırıya karşı milleti koruma ve kollama da devletlerin görevidir. Bu manada hem devletin, hem ailenin hem de eğitim yuvalarının asli görevlerini yerine getirememesi, Allah korkusunu bir kamçı gibi toplumun sırtında şaklatan hokkabazların istilasına uğradığımızın bir göstergesidir. Bunlar, değerler eğitimini akla ve duygulara hitap etmeyen, korkunun hükümran olduğu bir modele çevirip; sokak hayvanlarına gösterdikleri sevgi ve merhameti kendi evlatlarına çok gördüler. Sürekli nefret ve gazap soluyarak yaratılanı, Yaratan’a karşı yabancı haline getirerek, bütün ahlaki değer köprülerini havaya uçurdular.
İşte bu gulyabaniler, geliştirdikleri değerler eğitimi ve devlet politikalarını cennet sevgisi ile değil de, cehennem korkusuyla yüreklere yerleştirmeye çalışıyorlar. Bunlar, duygularında her gün cehennemi yaşayan; ailede, camide, okulda ve hayatın her alanında Allah sevgisiyle değil de, O’nun korkusuyla kitleleri terbiye etmeye çalışıyorlar. Ailelerdeki ahlaki eğitimin amacı çocuklarda ‘’ahlaki karakter’’ oluşturmak, kendi değerlerine sahip çıkabilecek güçlü omuzlar yetiştirmektir. Bizim bu değerler eğitimimizdeki rolümüz; kendi hayat akışı içerisinde kendi davranışlarını kontrol edebilen; hayatını Allah korkusuna değil, Allah sevgisine bağlamış; vicdanlı, merhametli bir yaşam mekanizması geliştirmektir.
Çünkü vicdani eğitim; sahip olduğu ahlaki değerlerin her yerde ve her zaman geçerliliğini koruyan, inandığı değerlere sıkı sıkıya bağlı kalarak, hayatı vereni unutmamak üzerine bina edilmiştir. Çocuğun vicdanında evrensel, yıkılmaz bir ahlak kanununun varlığını güvence altına alabilecek mekanizma, ancak ve ancak bu ‘ilahi otorite’ de aranabilir. Ama bu ilahi otoriteyi vicdanlarda kökleştirmek için korku değil, bir sevgi iklimine, bir merhamet eğitimine ve bir vicdan zenginliğine ihtiyacımız vardır.
Allah ile Korkutmak
Günümüz aileleri, terbiye konusunda içler acısı bir hastalığın pençesinde kıvranmaktadır. Ömründe bir kişisel gelişim kitabı eline almamış, bir kişisel gelişim uzmanıyla görüşmemiş; hepsinden önemlisi kendi peygamberinin hayatına bile yabancı kalmış aile bireylerinden biz ahlaki değerler eğitimi bekliyoruz. İşin daha da acı verici tarafı ise bu zümrenin; bu kadar feryatlara, bu kadar acılara, bu kadar kaymalara, bu kadar kopmalara rağmen hâlâ böyle bir ihtiyacı kendilerinde hissetmemesidir.
Halbuki bu talihsizlerin inandığını söylediği Kur’an; ‘oku’ emriyle nazil olmaya başlamış, ilahi adaleti korku üzerine değil de, sevgi üzerine bina ederek Allah (cc) sevgisini merkeze alan bir terbiye sistemi ortaya koymuştur. İnsanlar kendi cehaletini, kendi beceriksizliğini, kendi yetersizliğini Allah’a yükleme kolaylığına kaçarak, şefkat ve merhametin kaynağı olan Yaratıcı’yı (haşa) zalim bir mürebbi olarak gösterme alçaklığına sığınma kolaylığını tercih etmişlerdir. Bugün kitlelerin adeta Allah (cc)’tan kaçacak delik arama sevdasına düşmeleri, yürekleri esir olan bu yanlış değerler eğitimi sayesinde ortaya çıkmış; buna peygamber kürsülerini işgal eden ve dini kendi tekelinde gören korku mühendisleri da eklenince, Müslümanlar bu metodun (haşa) bir Peygamber sünneti olduğu vehmine kapılmışlardır.
Bu, ne Allah’ın bir emri ne de Peygamberlerinin bir sünneti değildir ve olamaz da. Çünkü Rabb’e kul olmanın ve gönülleri ona açmanın yolu korkunun değil, sevgi formülünün üzerinden yürütülmüştür. İnsanlar sevdiği birine saygı duyar, sevgisiyle onun emrine âmade olur ve ona bağlanır. Seven bir gönlün korkmasına, sinmesine, köşe bucak kaçmasına gerek yoktur. Çünkü; ‘’seven sevdiğine itaat eder’’ Biz, Mezopotamya kültürünün baskıcı sistemini bir terbiye aracı olarak görmeye devam ettiğimiz müddetçe, nefsimizi ve neslimizi hoyratlaştırmaya ve onları Allah ve Resulü’nden uzaklaştırmaya devam edeceğiz demektir.
Bu Metod Değişmeli
Küçüklüğümden beri cami kürsülerinden insanlara Allah’ı sevdirmek için cehennem azabı, kabir azabı, Allah’ın günah işleyenler azabı, içki içenlere azabı, zina edenlere azabı, namaz kılmayanlara azabı, oruç tutmayanlara azabı… diye uzayan bir şablon kullanılıyor. Yahu Allah’ın kullarına hiç mi merhameti, hiç mi şefkati, hiç mi af ve mağfireti kalmadı. Sürekli korkuttuğunuz, sürekli yakmakla ateşlere atmakla tehdit ettiğiniz bu insanlara Allah’ı, nasıl sevdireceksiniz? Bir insan zalimlerden, kötülerden, merhametsizlerden, korkar ve kaçacak delik arar.‘’ Benim rahmetim gazabımın önünde gider’’ diyerek bize kendini anlatan Yüce Rabb’imizi hangi akılla bir azap meleği gibi lanse ederek milletin üzerine salıyorsunuz? Bu kadar mı insan psikolojisinden, insani ve İslami duygudan uzaksınız.
Başımızı iki elinizin arasına alarak O’nun aşkına birazcık düşünelim. Hangi çocuk, hangi genç, hangi yetişkin kendini yakacak, ateşlerde eritecek ve sürekli kılıcı bir cellat gibi başının üzerinde dönen birini sever ve ona saygı duyar. Hangi insan hayatı boyu cehennem ateşi korkusuyla yaşadığı bir inancı benimser? Hangi genç;‘’ Önce cehennemde yapmış olduğun günahların hesabını verecek, sonra cennete gideceksin’ diyerek Allah’ın iradesine ipotek koyan kokuşmuş zihniyetin yolunu Hak yol olarak kabul edebilir? Bunun böyle olduğunu iddia edenler bedir ashabının, uhut ashabının; Çanakkale’de bunca kınalı kuzunun Allah’ı sevdikleri için değil de O’ndan korktukları için mi canlarını verdiklerini düşünüyor? Bu ne büyük bir gaflettir böyle.
Nasıl Bir Yol İzlenmeli
Evet, Allah korkusu O’na duyulan sevginin bağrında boy atıp gelişen bir duygudur. Tıpkı, bir hatasından dolayı annesinden tokat yiyen çocuğun ‘anne anne’ deyip, tekrar annesinin eteklerine yapışması gibi. Bu asla bir korku emaresi değil, anneye duyulan sevgi ve merhametin bir neticesidir. Biz sevmek ve sevdirmekle mükellefiz. Korkmak ve korkutmak başkalarının işi olsun. Gelin millet olarak nasıl ‘’ Kültür Yolu Festivalleri’’, ‘’Kutlu Doğum Haftası’’, ‘’Cami Görevlileri Haftası’’ ‘’Yeşilay Haftası’’; ‘’ Mevlana Yılı’’ ‘’ Yunus Emre Yılı’’ ‘’Ahi Evran Yılı’’ vb. etkilinler yapıyorsak, ( onları da yapalım) yine dünya çapında UNESCO’nun önderliğiyle ‘’O’nu Sevme ve Sevdirme Yılı’’ teklifinde bulunalım.
Bu bir yıl boyunca caddelerimizi, sokaklarımızı, evlerimizi, camilerimizi, okullarımızı, kültürel alanlarımızı; hatta ve hatta barları, kahvehaneleri, kumarhaneleri dolaşıp O’nun kullarına af ve mağfiretini anlatan etkinliklerle kullarına sevdirmeye çalışalım. Onlara yaptıkları işin azabından, vebalinden değil de, Rabb’in af ve mağfiretinin genişliğinden bahsedelim. Normal festivallere, etkinliklere harcadığımız paranın, güç ve kuvvetin bin mislini buna harcayalım. Devlet erkânıyla, siyasetçileriyle, müftüleriyle, cami imamlarıyla, sanatçılarıyla hep beraber bu işe gönül verelim. Sadece anlatmakla değil, söz verelim kendimize O’nun istediği gibi bir ömür sürerek, nefsimize ve neslime rol model olmaya gayret edelim.
Kollarımızı bir makas gibi açarak ‘bu sokak çıkmak sokak’ diyerek, onları camilere çekemiyorsak salonlarda, kafelerde, barlarda, kahvehanelerde, kumarhanelerde, gerekirse meyhanelerde ziyaret edip Allah sevgisini oralara taşıyalım. Değil mi ki senin peygamberin iman etmeyeceğini bile bile Allah düşmanı Ebu Cehil’in kapısına defalarca gittiği gibi, bunu bir gurur meselesi olmaktan çıkaralım. Korkutmadan, nefret ettirmeden, ötekileştirmeden; Allah’ın af ve mağfiret sergisini onların önüne açarak kalplerine girmeye çalışalım. Allah dostlarının bütün tehlikelere, tükürüklere, kovulmalara rağmen başlattıkları bu uygulamayı bugün tekrar ihya edelim. Camilerimizde yine vaazlar, hutbeler, mübarek gün ve geceler organize edelim. Artık korkutarak terbiye etme yanlışlığından vaz geçerek, O’nun (cc) bize karşı vefasını, rahmetini ve hiçbir kulunu yakmayacak kadar geniş olan merhametini avazımız çıktığı kadar haykıralım.
Nasıl olsa Allah bizi cehennemde yakacak, bizi affetmeyecek gibi bilinç altını çöplüğe çevirenlere Hz. Vahşi ve onu dize getiren; ‘’ Ey günah işlemekle haddi aşıp hayatlarını israf eden kullarım. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah, işlediğiniz bütün günahları affeder.’’( Zümer 53) ayetini yüreklerine kazımaya çalışalım. Yetmedi, Peygambere yapmadığı kötülük bırakmayan Ebu Süfyan’ın; Hz. Hamza’yı şehit edip kalbini söken Hind’in Rabbe koşmasını anlatalım. Duygu ve düşüncede iflas etmiş, yüreğinde ümidi, dizlerinde dermanı kalmamış bu derbeder neslimizi;‘’Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı (Duha,3) enginliğiyle tutup tekrar ayağa kaldıralım.
Dün korkuyla terbiye etmeye çalıştıklarımız fakat bugün korkulacak ve utanılacak hale gelen neslimizi, hiç olmazsa ‘’ artık olacak oldu, bizim kurtuluşumuz mümkün değildir. Gelin hayatımızı yaşayalım’’ psikolojisinden kurtaralım Bugün bu sokaklarda vücutlarını teşhir eden, meyhanelere koşan, kumarhaneleri mesken tutarak Allah’ı unutmuşçasına hayat yaşayanların hızlı adımlarla O’na koşan kalabalıklar haline geldiğini göreceksiniz.
O’nun Merhameti Sonsuzdur.
Bugün içinde bulunduğumuz ahlaki çürüme ve çözülme, bu eğitim tarzımızın ne kadar başarısız olduğunun bir göstergesidir. Artık çocuklar yetişkin ve özellikle anne babaların hareketlerini, duygu ve düşüncelerini ahlaki bir rol model olarak almıyorlar. Çünkü ailede yaşanmayan dini hayat, sevgi ve saygı, fertleri başka modeller aramaya sevk ediyor. Siz istediğiniz kadar cami, istediğiniz kadar Kur’an kursu, istediğiniz kadar İmam Hatip, istediğiniz kadar ilahiyat, istediğiniz kadar üniversite, istediğiniz kadar lise ve özel kolejler açın, bu ahlaki çöküşe, bu yabancılaşmaya, bu kokuşmaya çare bulamayacak ve bunun önünü alamayacaksınız.
Yıllardır Allah ile korkutmakla kaybettiğiniz bu nesli yine O’nun (cc) sevgisiyle kazanabilirsiniz. İnsan sevdiğine itaat eder ve onu üzmemek için hayatını ortaya koyar. İnsan sevdiği ve belli ölçüde saygı duyduğu birini üzmemeye ve onun sözünden çıkmamaya çalışır. Çünkü O (cc), yakmaz, zulmetmez. Çünkü O (cc), merhameti sonsuz, rahmeti hudutsuzdur. Çünkü O (cc), kulunun ayağına bir dikenin batmasına bile razı olmaz. Bir anne çok sevdiği evladını hiç ateşlerde yakar mı? ve ya ateşlerde yanmasına gönlü razı olur mu? Halbuki annen seni karnında taşıyan ve bin bir çile ile doğuran; Yüce Allah ise seni zerrelerine kadar yaratan, sana anneyi bir refakatçı melek olarak gönderendir.
Gelin bütün sevgilerin merkezine O’nu (cc) koyalım. Bütün insanlık el ele tutuşarak O’nun ismi etrafında halkalar oluşturarak birlikte yaşamanın tadına varalım. Sevgi erleri olarak cehennem kapılarına yaslanmış insanlığı, sevgi türküleriyle tekrar cennet yamaçlarına çağırmanın zorluğuna talip olarak; tekrar yeşertmeyi başardığımız bu sevgi çiçeklerini İnsanlığın iftihar tablosu Hz. Muhammed (sav)’e sunarak, yeni bir bahara hazırlık yapalım.