Öcalan'ın Tarihi Çağrısı

Abdulbaki Erdoğmuş ab_erdogmus@hotmail.com



PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Örgüte silah bırakma çağrısı, terör, şiddet ve savaş yerine barışın siyasetin gündemine oturmasına ve çözüm için tartışmalara vesile oldu. Bu gelişme dahi tek başına tarihi bir öneme sahiptir.
Hangi koşullarda ve gerekçeleri ne olursa olsun tarafların savaşı bitirmeye karar vermesi ülkemiz ve insanlarımız için büyük bir kazanımdır. İçeriğini henüz bilmesek de kararın “pazarlık ve anlaşma” yöntemiyle gerçekleşmesi de ayrıca çok önemlidir. 
Abdullah Öcalan, 1998 yılında ABD tarafından yakalanıp Türkiye’ye teslim edildiğinde yürürlükte idam yasası vardı ancak idam edilmedi. Bugün de müebbet mahkûm sıfatıyla PKK’ye çağrıda bulunması serbest kalmasına engel olmayacaktır. Anlaşılan güvence yine ABD’dir. Bu da Öcalan ve PKK için Türkiye ile bir pazarlığın olduğu ve süreç içerisinde gereklerinin yapılacağını gösteriyor. Umarım bunun için 25 yıla daha ihtiyaç duyulmaz.
Çağrının muhatabı PKK ve silahlı mücadeleye destek veren bileşenleridir. Bunlardan bir kısmının çağrıyı “onur kırıcı” bularak itiraz etmeleri kuvvetle muhtemeldir. Ancak örgütün hiyerarşik sistemi dikkate alındığında silahlı gruplar -gönüllü olmasalar da-silahlarını bırakarak çağrıya olumlu karşılık vereceklerdir. En azından örgütün artık PKK veya PKK’nin devamı olarak varlığını sürdürmeyeceği açıktır.
Aksini düşünmüyorum. Kongrenin toplanarak PKK’nin fesih kararını onaylayacakları gözüküyor.
--
Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürtlerin haklı talepleri için bir engel ve gerekçe gösterilen PKK’nin tasfiye edilmesi, orta ve uzun vadede sulhun yolunu açacağı gibi demokratik mücadelenin de yolunu açacaktır. Kan ve göz yaşının son bulması ise her yararın üzerindedir.
Kısa vadede mevcut siyasal düzenin ve siyasal iktidarın, hukukun üstünlüğüne dayalı eşit ve özgür bir toplum ve demokratik siyaset inşasına imkân vereceğini düşünmüyorum. Çünkü yeni bir düzenin inşası için anayasal ve yasal değişiklikler gerekmektedir. Böyle bir adımın atılması durumunda otoriter siyasetin ve iktidarın değişimi zorunlu hale gelecektir. 
Oysa tahkim edilmek istenen, otoriter sistemin kendisidir. Öcalan’ın çağrı metni de demokrasiyi değil otoriterizmi öne çıkarmakta ve PKK’den koşulsuz bir karşılık istemektedir. Zira metinde kullanılan dil demokrasiden çok ideolojik-militarist bir anlayış içermektedir. Anlaşılan Öcalan, bu konuda da özel bir hassasiyet göstermektedir. 
Bizim için önemli olan; savaş, şiddet ve terörün son bulmasıdır. Abdullah Öcalan da bu bağlamda üzerine düşeni yapmıştır. PKK de üzerine düşeni yerine getirdikten sonra sıra siyasal iktidarın atacağı olumlu ve sorumlu adımlara gelecektir. Onurlu bir siyasal af, sürecin olmazsa olmaz sonuçlardan biri olmalıdır. Mevcut iktidarı, bunu gereğini yapmak hususunda samimi ve kararlı bulmuyorum, umarım yanılırım.
--
Yaklaşık 50 yıl silahlı mücadele veren ve bölgesel bir güç olarak bilinen PKK’nin, Öcalan’ın koşulsuz çağrısına uyması kuşkusuz olumlu-olumsuz yönleriyle çok tartışılacaktır. İddiası Bağımsız Kürdistan, Federasyon-Özerklik-Öz Yönetim ve Demokratik Federalizm gibi siyasal talepler olan PKK’nin, siyasi hiçbir karşılık almadan kendisini feshetmesi kuşkusuz hep tartışılacak ve sorgulanacaktır.
Açıkça belirtmeliyim ki Öcalan ve PKK açısından sorunlu bir karar olsa da toplum ve ülke açısından son derece yararlı ve gerekli bir karar olmuştur. Askeri operasyonlardan, terör ve çatışmalardan bunalan Kürler için ayrı bir öneme sahiptir. En kötü barış savaştan daha iyidir ve sulhta mutlaka hayır vardır. Bizlere düşen de hataları ve yanlışları sorgulamayla birlikte sulha katkı vermektir.
--
Öcalan-PKK ve bileşenlerinin, DEM Parti ve benzeri siyasi grupların sorgulanmayı, eleştirileri ve itirazları sağduyu ile karşılamaları gerekir. Kendi iç muhasebesini, yüzleşme ve özeleştiriyi yapma sorumlulukları olduğu gibi bizim gibi sulha, silahsızlanmaya ve demokratik siyasete destek verenlerin eleştirilerine de daha çok önem ve değer vermelerini beklerim.
Kişisel olarak en başından itibaren silahlı mücadeleye karşı olmama rağmen hep barıştan, uzlaşma ve diyalogdan yana oldum. Çünkü ölenler; asker, polis, öğretmen, köylü ve militanlar bizim gençlerimiz, tahrip olan bizim memleketimiz, Türküyle-Kürdüyle kutuplaştırılan ve düşman kamplara bölünen bizi toplumumuz, yerinden, yurdundan, köyünden, kasabasından zorla göç ettirilen bizim halkımızdı. 
Ceberut devlet yönetimi karşısında halkımızın, hak-hukuk-özgürlük taleplerinin ve adaletin yanında durduk. Silahlı mücadeleyi, terörü, askeri operasyonları adalet ölçüsüyle eleştirdik, itiraz ettik, sorguladık. Karşılık bulmasa da şiddet ve terörün bir halkı özgürleştirmeyeceğini defalarca yazdık, söyledik, talep ettik ve mücadelesini verdik. Ülkemizin bütünlüğü temelinde Türklerin ve Kürtlerin eşit, özgür olarak birlikte onurlu yaşamaları gerektiğini hep savunduk.
Abdullah Öcalan, PKK ve bileşenlerinin aynı çizgiye gelmesi elbette memnuniyet vericidir ancak ödenen bunca bedelden bir pişmanlık duymak ve helallik dilemek yerine zafer devşirmeye kalkışmak duyarlı Kürt aydınlarıyla, entelektüel ve siyasetçilerle, en önemlisi de çok ağır bedeller ödeyen halkımızla alay etmektir. Çünkü ortada PKK’nin silahla kazandığı bir zafer söz konusu değildir, önemsediğim ve değerli bulduğum sulhun ve demokratik mücadele yolunun açılması için Öcalan’ın PKK varlığına son vermesidir. 
--
Öcalan’ın PKK kuruluşuyla ilgili ileri sürdüğü gerekçeler, radikal sosyalizmin gereği olarak silahlı mücadeleyi zorunlu kılsa da aynı gerekçelerin hala ortadan kalkmadığı ortadadır. Ayrıca “1990'larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK'nın anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır” sözleri en azından 1990’lardan sonra silahlı mücadelenin devam etmesini anlamsızlaştırmaktadır.
PKK’nin “anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara” düştüğünü kabul etmesine rağmen varlığını ve eylemlerini sürdürmesinin gerekçeleri açıklanmış değildir. Neden bu kadar tekrara düştüler? PKK’nin tecrübeli ve uzman bir kadrosunun stratejik hatalarından kaynaklandığını düşünmüyorum. Bu durumun aydınlatılmasına ihtiyaç vardır.
1990 öncesi silahlı mücadelenin gerekçeleri inandırıcı olsa da sonrasında devam eden yaklaşık 30 yılın gerekçeleri asla mazur görülemez.
Yine “anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara” düşmenin farkına varılmasına, “ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamaması” bilinmesine rağmen Temmuz 2015 yılında halkın desteği olmadığı halde “Öz Yönetim” ilan ederek ve “Öz savunma” diyerek “Devrimci halk savaşı” iddiasıyla kurulan barikatlar, kazılan hendek ve tüneller, döşenen patlayıcılar ve sonrasında başlatılan operasyonlar sonucu ölen binlerce insanımızın günahı neydi?
Silahlı mücadelenin anlamsızlığı bilinmesine rağmen dünyada benzeri çok az olan binlerce yıllık Diyarbakır-SUR şehri “kentsel dönüşüm” kapsamında mı yıkıldı ve yerine ucube bir yapı ortaya çıktı?
Buna benzer yaşanan yüzlerce trajedi unutulabilir mi?
Peki yakın zamana kadar “demokratik federalizm” tezini dillerinden düşürmeyenlere ne demeli?
Benzer sorular ve sorgulamalar elbette olacaktır ve özellikle bedel ödeyen Kürtlerin “karşılığında ne alındı?” sorusuna muhatap olmaktan kurtulmanın imkânı da yoktur. Bundan sonra hamasetle, zılgıt ve halaylarla gerçeklerin üzerini örtmek halka ihanet olacaktır.
Şunu da belirtmeliyim ki PKK’nin feshedilmesi ve silahlı unsurların tasfiye edilmesi kuşkusuz toplumsal barışa hizmet edecektir ancak toplum-devlet barışına hizmet emekten uzak gözüküyor. Toplum-devlet barışı ancak eşitlik, özgürlük temelinde demokratik-hukuk devleti ilkelerinin anlam ve ruhuyla uygulanmasına bağlıdır. 
--
Bütün içtenliğimle silahların artık devreden çıkmasını ve Kürtlerin haklı mücadelesinin sivil-siyasal zemine taşınmasını istiyorum. Ülkemizin de Kürtlerinde toplumsal barışa, demokratik siyasete ihtiyacı vardır. Buna katkı vermeye devam edeceğim.
Umarım Açılım Süreci’nin akıbeti şu fıkraya benzemez:
Ağa ile marabası, ağanın süslü püslü at arabasında, kasabaya doğru gidiyorlar. Arabayı ağanın en gösterişli atı çekiyor, koşumlar da marabanın elinde. Ağa da özel hazırlanmış yastıklara sırtını dayamış etrafı seyrediyor.
Derken, bu gösterişli at patır kütür yola pisleyiveriyor. Ağanın da aklına marabasını alaya alıp bir anlık eğlenmek maksadıyla bir hinlik geliyor. Diyor ki; “Memo, şu pisliği yersen, bu at da araba da senindir”.
Maraba Memo düşünüyor, aklına yatıyor. Arabadan iniyor ve utana sıkıla, tiksinerek atın pisliğini yiyiveriyor. Ağa bir an için keyifleniyor ama yolda her ikisinin de ağzını bıçak açmıyor. Biri, bir anlık keyif için güzel arabasını ve en gösterişli atını kaybettiğine üzülüyor, diğeri de onurunun çiğnendiğine yanıyor. 
Dönüş yolunda, atın pislediği yerden geçerken ağa tekrar soruyor; “Memo, bir halt ettim, gel düzeltelim, karşılığını söyle, arabayı geri alayım”. Marabanın da ağzındaki pislik tadı aklını çeliyor ancak ağanın pislik yiyebileceğine ihtimal vermiyor. Yine de “Ağam, kalan pisliği yersen ödeşiriz arabayı da geri veririm”. 
Ağa bir an düşünüyor ve kabul ediyor. Atın pisliğinin marabadan kalan kısmını da ağa bir hışımla mideye indiriyor. Her ikisi de mutsuz, köye girerken marabası şaşkın şaşkın ağaya dönüyor; “Ağam, araba giderken de senindi, dönerken de senin. Peki biz bu pisliği niye yedik?”

Abdulbaki Erdoğmuş