ÖCALAN Çağrısı Karşılık Buldu

Abdulbaki Erdoğmuş ab_erdogmus@hotmail.com


Hatırlanacaktır, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Öcalan’ı onurlandırarak yaptığı çağrısı büyük yankı bulmuştu. Tartışmalar daha çok silahlı grupların vereceği tepkiler etrafında şekillenmişti. PKK lideri Öcalan’ın çağrısı, beklendiği şekilde tartışmasız, sorgusuz ve büyük bir itaatle kabul gördü. Ben de dahil birçok kişinin ön görüsü de böyleydi, yanılmadık. Çünkü Örgütün hiyerarşik yapısının gereği buydu.
Hiç kuşkusuz silahlı mücadelenin sona ermesi ve PKK’nin kendisini feshetme kararı alması tek başına önemli bir tarihi olaydır. Arkasına, önüne bakılmaksızın kararı çok değerli buluyorum ve desteklemeye devam ediyorum.
Aynı biçimde üç liderin, Erdoğan-Bahçeli-Öcalan'ın, yaklaşık 50 yıldır devam eden silahlı mücadeleye son verilmesi ve PKK’nin tasfiyesi konusunda anlaşması çok önemli ve yine tarihi bir olaydır. 
Kime neler kazandırdığı ve kime neler kaybettirdiğine bakılmaksızın sürecin desteklenmesini zorunlu görüyorum. En azından miadı dolmuş ve karşılığı olmayan bir savaş son buluyor ve gençlerimiz artık anlamsız bir savaş uğruna ölmeyecek. Bu durum, ödenen ağır bedellere rağmen tek başına ülkemiz ve insanımız için büyük bir kazanımdır.
Bu bağlamda Erdoğan-Bahçeli ve Öcalan’ın süreç üzerinden devlet adına ve ileri derecede yüceltilmesini anlıyorum, bu anlamda takdiri hak ettiklerini de düşünüyorum ancak toplum ve demokrasi adına yüceltilmelerine bir anlam veremiyorum. Özellikle Kürt halkı ve “barış” adına yüceltilmelerini bir halkın bilinçli olarak yanıltılmasına ve aşağılanmasına hizmet ettiğini düşünüyorum. 
Bir “merhaba”, bir “tebessüm”, bir “selam”, hele bir “telefon” ile kimyası değişen Kürt politikacılarının patolojik durumunu hayretle izliyoruz. Bu durum, “maraba” zihniyetinin siyasete hâkim olmasının bir sonucu olsa gerek. Gerekçesi ne olursa olsun asaletle bağdaşmayan bu tutumu yadırgadığımı belirtmeliyim.
--
Abdullah Öcalan’ın Çağrı metninde ifadesini bulan “silahlı mücadelenin meşruiyetinin ortadan kalktığı 1990’lı yıllar” demokratik zemin bakımından bugünden çok daha uygundu. Bugün ise Türkiye demokrasi bakımından çok daha geri gitmiş, artık Kürt Sorunu başta olmak üzere hak ve özgürlüklerin tartışılmasına dahi imkân verilmemektedir. Böyle bir ortamda Çağrı metninde “barış toplumu” ve “demokratik toplum” inşasından söz edilmektedir.
Oysa Çağrı metninde, hukuk güvencesinde kollektif bir talep söz konusu değildir ve metin tamamıyla mevcut otoriter sistemin ruhuna ve “devletçilik” çizgisine uygun olarak hazırlanmıştır. Çok açıktır ki tarafların ortak paydası demokrasi ve hukuk değil, DEVLETÇİLİK’tir. Devletçi zihniyet, doğasının gereği barış toplumuna, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve özgürlüklere yol vermez.
Türkiye’nin siyasal sistemi antidemokratik, hukuk sistemi antidemokratik ve ideolojik, siyaseti ve siyasi partileri antidemokratik, kurulları, kurumları ve kitle örgütleri antidemokratik, en önemlisi de siyasal iktidarın sürdürülebilirliği antidemokratik yapının devamına bağlıdır. Böyle bir düzen ve ortamda demokratik toplumun inşası nasıl mümkün olacak?
Özellikle İmralı heyeti ve DEM Partisi sözcüleri tarafından Erdoğan-Bahçeli ve Öcalan’ın yüceltilmesinin nedenlerinden birisinin devletçi zihniyeti tahkim etmeye yönelik olduğu kanaatindeyim. Her üç liderin de karizmasını, etkinliğini ve bu yöndeki siyasi başarısını inkâr etmiyorum ancak bu aktörlerin hangisi, gerçekten demokrat, adil, mutedil ve de demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne inanıyor?
Barış toplumunu ve demokrasiyi bu liderler mi inşa edecek?
Bu durumda İmralı heyeti ve DEM Partisi sözcülerinin demokrasi havarisi kesilmesine ve “zafer” çığlıklarını atmasına bir anlam verilebilir mi?
Yalnız DEM Partisi değil, taraflardan herhangi birisinin, kirli savaşın sona ermesinden “zafer” devşirmeye kalkışması, en azından ödenen bunca ağır bedellere saygısızlıktır, ayıptır, vebaldir.
Unutmayalım ki bu önemli karara rağmen yaklaşık elli yıl devam eden bir kirli savaşın sorumluları hamaset ve algıyla unutturulmaya çalışılsa da tarih asla unutturmayacaktır.
PKK’nin SAVAŞ oyununa gelen halkımızın DEM Partisinin ZAFER oyununa gelmemesi gerekir. Ortada kutlanacak bir zafer yoktur.  Toplum olarak silahlı mücadele ve şiddetin son bulmasına sevinmeliyiz, sevinci ortaklaştırmalıyız ki toplumsal barışın yolu açılsın. DEM Parti başta olmak üzere iktidar ve muhalefetiyle, hatta mümkünse bütün toplumsal kesimlerle birlikte sevinç gösterileri yapılmalı, halaylar çekilmeli, horonlar ve zeybekler oynanmalıdır. Bu sevinci hep birlikte coşkuyla yaşamalıyız. 
Üç lideri “zafer” kazandıkları için değil, kirli savaşı sonlandırdıkları için kutluyorum. Her üç liderden beklentim, demokrasi havarisi kesilmek yerine yıllardır sürdürdükleri bu kirli savaş için 85 milyon insanımızdan özür dilemeleridir. Bu durumda barışın kolaylıkla tesis edilmesi sağlanacaktır.
Ne yazık ki sahte “zafer” oyunlarıyla toplumsal barışın yolu kapatılmak istenmektedir. Çünkü Türkiye’de siyaset ve partiler toplumsal ayrışmalardan ve ideolojik kutuplaşmalardan besleniyor. Barış ve demokrasi mevcut siyaset ve partiler için en büyük tehdittir. 
Bu gerçeğin farkında olarak bir “barış” tesis edilecekse onu da ideolojik partiler ve adı geçen üç lider değil, Türk ve Kürt halkının ortak iradesi gerçekleştirecektir.

Abdulbaki Erdoğmuş